- koltuk
isim Omuz başının altında, kolun gövde ile birleştiği yer"Gazetelerini bir koltuğunun altına koydu, zayıf kollarıyla kutulara sarıldı." - H. E. Adıvar
- yer
isim Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân"İzinsiz bir yere gitmek ne haddime?" - M. Ş. Esendal
- sıra
isim Yan yana, art arda olan şey veya kimselerin tümü, dizi"Şehir esnafı şekercisinden tutun da berberine kadar iki sıra durup kendisini alkışladılar." - S. F. Abasıyanık
- bölge
isim Sınırları idari, ekonomik birliğe, toprak, iklim ve bitki özelliklerinin benzerliğine veya üzerinde yaşayan insanların aynı soydan gelmiş olmalarına göre belirlenen toprak parçası, mıntıka"Maddeden mi nereden geldiği belirsiz olan bu kıymet son tahmi
- iş
isim Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma"İş bittikten sonra denize karşı sigara içilir." - S. F. Abasıyanık
- yan
isim Bir şeyin ön, arka, alt ve üst dışında kalan bölümü, profil"Yolcuların girdiği iskele yanından kendini denize attı." - M. Ş. Esendal
- durum
isim Bir şeyin içinde bulunduğu koşulların hepsi, vaziyet, hâl, keyfiyet, mevki, pozisyon"Genel Sekreter, kazadaki sıtma durumu hakkında verdiğim uzun tafsilattan pek memnun kaldı." - R. N. Güntekin
- ev
isim Yalnız bir ailenin oturabileceği biçimde yapılmış yapı
- alan
isim Düz, açık ve geniş yer, meydan, saha
- şehir
isim Nüfusunun çoğu ticaret, sanayi, hizmet veya yönetimle ilgili işlerle uğraşan, genellikle tarımsal etkinliklerin olmadığı yerleşim alanı, kent, site
- kent
isim Şehir"Paris gibi bir kentte, bu hatırlamalar, karamsarlığa sürükler insanı." - N. Cumalı
- yerine
zarf Bir şeyin veya bir kimsenin yerini almak üzere"Kadınlar bütün mallarını, vitrin yerine kullandıkları pencerelerde sergiliyorlardı." - A. Ağaoğlu
- birinci
sıfat Bir sayısının sıra sıfatı
- görev
isim Bir nesne veya bir kimsenin yaptığı iş
- meydan
isim Alan, saha"Yüz binlerce asker sokakları, meydanları, kırları dolduruyordu." - Ö. Seyfettin
- makam
isim Mevki, kat, yer"İnsan değil gökyüzündeki makamını şaşırarak yere inmiş bir melektir." - H. R. Gürpınar
- derece almak
başarı göstererek ödül kazanmak"Hukuk tahsilini Paris'te bitirmiş, birinci derece diploma almıştı." - Ö. Seyfettin
- mevki
isim Yer, mahal"Gelibolu civarında Akbaş mevkisinde bir cephane deposu vardı." - Atatürk
- konum
isim Bir kimsenin veya bir şeyin bir yerdeki durumu veya duruş biçimi, pozisyon"İnsanın tabii konumunu en uygun biçim içinde devam ettirme tavrı medeni bir yaşayış tuzağına düşmeden de gösterilebilir." - İ. Özel
- meydana gelmek
olmak, oluşmak"Yüz binlerce asker sokakları, meydanları, kırları dolduruyordu." - Ö. Seyfettin
- semt
isim Şehirde yerleşim bölgesi, yaka"Gölgesinde bir semti barındıran gürbüz bir çınarın yıldırımla vurulmasına bile güç dayanılır." - İ. A. Gövsa
- mekân
isim Yer, bulunulan yer
- vaziyet
isim Durum, tavır, hâl"Çocuklarının vaziyeti, istikbali seni alakadar ediyorsa biraz kendi âleminden çıkar, onlarla meşgul olursun, anladın mı?" - A. M. Dranas
- vaziyet
isim El koyma
- saymak
-i Bir şeyin kaç tane olduğunu anlamak için bunları birer birer elden veya gözden geçirmek, sayısını bulmak"Nara sormuşlar: -Tanelerin kaç tane? Yiyenler saysın bana ne- demiş." - B. R. Eyuboğlu
- kullanmak
-i Bir şeyden belli bir amaçla yararlanmak"Parmaklarının arasındaki mendili eskiyinceye kadar kullandığın hiç oldu mu?" - H. C. Yalçın
- atamak
-i, -e Birini bir göreve getirmek, tayin etmek
- tayin etmek
kararlaştırmak"Yola devam edilmesini tayin için sordu." - R. H. Karay
- vermek
-i, -e Üzerinde, elinde veya yakınında olan bir şeyi birisine eriştirmek, iletmek"Okumadığım zaman tavukların bahçesindeyim, yemlerini ben veririm." - Ö. Seyfettin
- memuriyet
isim Memurluk"Eski memuriyetleri bulsam ne yapacağımı bilirim." - F. R. Atay
- yapmak
-i Ortaya koymak, gerçekleştirmek, oluşturmak, meydana getirmek"Her görevi ayrım gözetmeden aynı titizlikle yapmak başarının sırrıdır." - Ç. Altan
- leke
isim Kirliliği gösteren iz"Adi madenî kol düğmeleri bunları yeşilimtırak bir leke ile kirletirdi." - A. Ş. Hisar
- etmek
nsz Bir işi yapmak"Şemsi, sıra düştükçe emlak komisyonculuğu ediyordu." - H. Taner
- çıkarmak
-den Birinin veya bir şeyin çıkmasını sağlamak, çıkmasına sebep olmak
- hane
isim Ev, konut
- yerleştirmek
-e Yerleşmesini sağlamak"Düven tahtasının altına çakmak taşlarını yerleştiriyordu." - C. Uçuk
- bırakmak
-i Elde bulunan bir şeyi tutmaz olmak
- koymak
-i, -e Bir şeyi bir yere bırakmak, belli bir yere yerleştirmek"Öteki elini doktorun omzuna koydu." - S. F. Abasıyanık
- sokmak
-i İçine veya arasına girmesini sağlamak
- yatırmak
-i, -e Bir kimsenin bir yere yatmasını sağlamak"Çocuğu bir kenara yatırdım ve kadını omuzlarından tutup bir taşa dayadım." - Y. K. Karaosmanoğlu
- ısmarlamak
nsz Bir şeyin yapılmasını veya getirilmesini, bu işlerle uğraşan birine söylemek, sipariş etmek"Elbise için kumaş ısmarladım." - M. Yesari
- oturtmak
-i, -e Oturma işini yaptırmak"İçeri girer girmez bileğimden kavradı, önüne beni oturttu, hayvanı mahmuzladı." - S. M. Alus
- mahal
isim Yöre (I)"Binaenaleyh, bu koruma tedbiri pazarda değil kesiş mahallinde yapılır." - N. Hikmet
- yuva
isim Kuşların ve başka hayvanların barınmak, yumurtlamak, kuluçkaya yatmak, yavrularını büyütmek veya yavrulamak için türlü şeylerden yaptıkları ve türlü biçimlerde hazırladıkları barınak"Kuşlar yuva, dünyaevi yatak, dünya kapılarında yavrular kundak bekliyordu." - A. N. Asya
- bina
isim Yapı"Yalı, çok pencereli, iki katlı, yayvan bir binadır." - B. Felek
- kasaba
isim Şehirden küçük, köyden büyük, henüz kırsal özelliklerini yitirmemiş olan yerleşim merkezi, belde"Biz, yolun üstünde, kasabanın çıkış yerinde boş bir handa otururduk." - C. Külebi
- mevzi
isim Yer, mahal
- tanımak
-i Daha önce görülen, bilinen bir kimse veya şeyle karşılaşıldığında bunun kim veya ne olduğunu hatırlamak"Zarfın üstündeki yazıyı hemen tanıdı." - H. E. Adıvar
- oturacak yer
- yer, alan, bölge,
- bir yere koymak
- koşuda ikinci gelmek