- yumuşak
sıfat Dokunulduğunda veya üzerine basıldığında çukurlaşan, eski biçimini kaybeden, katı karşıtı"Pamuk yumuşaktır."
- ufak
sıfat Boyutları normalden küçük"Ufak ev."
- ışık
isim Cisimleri görmeyi, renkleri ayırt etmeyi sağlayan fiziksel enerji, erke, ziya, nur, şavk"Okuyabilmek için kapıdaki ışık yeterli değildi." - H. E. Adıvar
- açık
sıfat Açılmış, kapalı olmayan, kapalı karşıtı"Açık pencereden, pastırma yazının mavi ışıkları girmekte." - E. Atasü
- güç
isim Fizik, düşünce ve ahlak yönünden bir etki yapabilme veya bir etkiye direnebilme yeteneği, kuvvet, efor"Zihin gücü. Yaşama gücü."
- güç
sıfat Ağır ve yorucu emekle yapılan, çetin, müşkül, kolay karşıtı"Bir sanat eserini tenkit ne güç iştir!" - A. M. Dranas
- ağır
sıfat Tartıda çok çeken, hafif karşıtı"Kurşun, ağır bir madendir. Taş yerinde ağırdır."
- Az
sıfat Nicelik, nitelik, güç, süre, sayı bakımından eksik, çok karşıtı"Heykel konularının parmakla sayılacak kadar az olduğunu ileri sürüyordu." - B. R. Eyuboğlu
- elektrik
isim, fizik Maddenin elektron, pozitron, proton vb. parçacıklarının hareketleriyle ortaya çıkan enerji türü
- eksik
sıfat Bir bölümü olmayan, noksan, natamam"Bu kitap eksik, baş tarafı yok."
- nur
isim Aydınlık, ışık, parıltı, ziya
- zor
sıfat Sıkıntı veya güçlükle yapılan, kolay karşıtı"Sabır güzel, faydalı fakat zor şeydir." - B. Felek
- dünyaya gelmek
insan, doğmak
- ateş
isim Yanıcı cisimlerin tutuşmasıyla beliren ısı ve ışık, od, nâr"Bu eller, vücuda getireceği tesirle duman ve ateş içinde, bütün bir memleketin son feryadını uyandırarak soğuyup donabilirdi." - H. S. Tanrıöver
- soluk
isim Akciğerlere çekilen, akciğerlerden atılan hava, nefes"Kalp gitgide hafiflemekteydi ve soluklarda hafif bir hışıltı başlamıştı." - R. N. Güntekin
- soluk
sıfat Rengi atmış olan, solmuş, uçuk"General, soluk dudaklarını parmaklarının arasına alarak acı acı gülüyor." - E. M. Karakurt
- ince
sıfat Kendi cinsinden olanlara göre dar ve kalınlığı az olan, kalın karşıtı"İnce minare. İnce değnek. İnce kitap."
- zayıf
sıfat Eti, yağı az olan, sıska, cılız, arık (insan veya hayvan)"Uzun boylu, zayıf, ellilik bir hanım." - S. M. Alus
- kararsız
sıfat Kararı olmayan"Kararsız adam."
- fener
isim Saydam bir maddeden yapılmış veya böyle bir madde ile donatılmış, içinde ışık kaynağı bulunan aydınlatma aracı"Sigara içilmeyecek, kibrit, fener yakılmayacaktı." - Ö. Seyfettin
- hafif
sıfat Tartıda ağırlığı az gelen, yeğni, ağır karşıtı
- alev almak
tutuşmak, yanmaya başlamak"Alevi ve bağrışmaları gören kadın erkek herkes evimizin bahçesine doldu." - E. İ. Benice
- kolay
sıfat Sıkıntı çekmeden, yorulmadan yapılabilen, emeksiz, zahmetsiz, güç ve zor karşıtı"Cebimde mevcut paradan bu kadar bir şey buna tahsis etmek pek kolaydı." - H. Z. Uşaklıgil
- lamba
isim Petrol gibi yanıcı bir madde yakarak veya elektrik akımıyla içindeki teller akkor durumuna geçerek ışık veren alet"Saat kaçtı bilmiyorum, lambalar söndü / Anladım ki davetliler evlere döndü" - E. B. Koryürek
- hafifmeşrep
sıfat Davranışları, içinde bulunduğu toplumun ahlak anlayışına uymayan (kadın), hafif yollu
- budala
sıfat Zekâca geri olan (kimse), alık"Biz ondan yaşlı üç akıllı bu budalaya inandık." - H. R. Gürpınar
- parlak
sıfat Parlayan, ışıldayan"Siyah, çıplak dallarda henüz kuruyamayan su damlaları parlak, mavi birer boncuk gibi parlıyordu." - H. E. Adıvar
- pırıltı
isim Pırıldayan şeyin yansıttığı ışık"Binbir façetalı bir elmas, her façetada ayrı bir pırıltı." - C. Meriç
- basit
sıfat Yapılması veya anlaşılması kolay olan, karışık olmayan, bayağı"İşte en basit bir sebep. Belki sadeliğinden tuhaf geliyor insana." - N. F. Kısakürek
- parlatmak
-i Bir yüzeyi düzgün ve parlak duruma getirmek, parlamasını sağlamak"Derdini anlayan birini bulmak sevinci küçük gözlerini parlatmıştı." - H. E. Adıvar
- önemsiz
sıfat Önemi olmayan, ehemmiyetsiz
- yanmak
nsz Birleşiminde karbon bulunan maddeler, ısı ve ışık yayarak kül durumuna geçip yok olmak"Yanan ormanların yerine yeni orman yetiştirilir." - Anayasa
- neşelendirmek
-i Neşeli duruma getirmek, şenlendirmek, keyiflendirmek
- ahmak
sıfat Aklını gereği gibi kullanamayan, bön, budala, aptal"En doğru, en yüksek fikir, bir cahil veya ahmağın elinde gülünç, değersiz bir hâle gelebilir." - M. Kaplan
- güçsüz
sıfat Gücü olmayan, âciz
- kolayca
sıfat Oldukça kolay
- yakmak
nsz Kına, yakı vb.ni koymak, sürmek
- aydınlatmak
-i Karanlığı giderip görünür duruma getirmek, ışıklandırmak"Işık yüzüne tam tepeden düşüyor ve onu iyice aydınlatıyordu." - T. Buğra
- aydınlık
isim Bir yeri aydınlatan güç, ışık"Azar azar büyüyen aydınlığa doğru var gücümle koşuyordum." - N. Eray
- berrak
sıfat Aydınlık, açık"Bu sabah hava berrak / Bu sabah her şey billurdan gibi" - C. S. Tarancı
- aciz
isim Gücü bir işe yetmez olanın durumu, güçsüzlük"Kendimde mukavemet yerine zaaf, taarruz yerine aciz, mücadele yerine gevşeklik hissediyorum." - E. İ. Benice
- tutuşturmak
-i Tutuşmalarını veya tutuşmasını sağlamak"Mutfakta maltız zaten yanmaktadır, anne iki gözlü ocağı da tutuşturuyor." - T. Buğra
- yeğni
sıfat Ağır olmayan, hafif
- anlama
isim Anlamak işi, anlamaklık, derk, fehim, intikal, tefehhüm, vukuf"Lavabonun aynasında yorgun bir suratla kendini anlamaya çalışan bu adama bakıyorum." - A. Ümit
- aşikâr
sıfat Açık, apaçık, belli, meydanda"Tek bir yudum bile almıyordu bardağından ama zaten yeterince içtiği aşikârdı." - E. Şafak
- becerikli
sıfat Becerisi olan, elinden iş gelen, usta, maharetli, mahir, mahirane"Halk, onun çok becerikli bir müdür olduğuna inanır." - S. Birsel
- belirgin
sıfat Belirmiş durumda olan, göze çarpan, besbelli, açık, bariz, sarih"Sesindeki meydan okuyuş öyle belirgin ki ona iyi davrandığıma pişman olacağım neredeyse." - A. Ümit
- canlandırmak
-i Canlanmasını sağlamak, canlanmasına yol açmak
- ehemmiyetsiz
sıfat Önemsiz"Ama en ufak, en ehemmiyetsiz şeyi derin derin düşünür." - Ö. Seyfettin
- endişesiz
sıfat Endişesi olmayan
- gailesiz
sıfat Gaile çıkarmayan"Gailesiz iş."
- gerçekleşmek
nsz Gerçek olmak, gerçek duruma gelmek, meydana gelmek, tahakkuk etmek"Sevgililerin birbirine kavuşması gerçekleşmeyecek bir uzak umut olarak gözükür." - M. And
- gün ışığı
isim Aydınlık
- hafifçe
zarf Hafif olarak, hafif bir biçimde, belli belirsiz"Esmer yüzünün hafifçe kızardığını, gözlerinin garip bir ışıkla yanmaya başladığını görüyoruz." - E. M. Karakurt
- inmek
-den Yüksekten veya yukarıdan aşağıya doğru gelmek
- konmak
-e Kuş, kelebek, uçak, toz vb. bir yere inmek"Bir bülbül gelip konmuştu havuzun kıyısına." - Ç. Altan
- parlaklık
isim Parlak olma durumu, revnak"Taşlarımız öyle güzel parlardı ki o parlaklığı görme uğruna bütün gün sürekli silmeyi bile düşündüğüm olurdu." - A. Kutlu
- parıldamak
nsz Işık saçmak, parlamak"Suların kenarında Sarayburnu içli, hisli ve sırlı bir nur içinde parıldar." - A. Ş. Hisar
- rastlamak
-e Bir kimse ile karşı karşıya gelmek, karşılaşmak, rast gelmek, tesadüf etmek"Hava kararmaya başladığında, mezarlıkta sadece bir kişiye rastladı." - İ. O. Anar
- tutuşmak
-e Birbirini tutmak, birbirine ilişip dokunmak
- yola düzülmek
gidilecek yere doğru yola çıkmak
- yüksüz
sıfat Yükü olmayan
- ziya
isim Işık"Dışarıda, batmış güneşin bıraktığı ziya artık fersizleşiyor." - R. H. Karay
- çevik
sıfat Kolaylık ve çabuklukla davranan, tetik, atik, atik tetik"Sofrada Atatürk'ün pek kuvvetli ve çevik birkaç arkadaşı vardı." - F. R. Atay
- üzerine düşmek
üstüne düşmek"Gerinerek kollarını yana doğru açarken başını divanın yastıkları üzerine koyuyor." - E. M. Karakurt
- ışıklı
sıfat Işığı olan, aydınlık, ışıklandırılmış, nurlu, nurani, ziyalı, ziyadar"Tünelin ışıklı ucundan doğru bir esinti geliyor." - A. Ağaoğlu
- Beslenme ve Diyet, Diğer ürünlerden yaklaşık yüzde 33 oranında daha az kalorili ya da yüzde 50 daha az yağlı besinler. Az kalorili ya da az yağlı ürünler yüzde 50 az sodyum (Na) içeriyorsa bu da light olarak nitelendirilir.
- ışık, aydınlık, güneş ışığı, gün ışığı, lamba, ışık,
- anlaşılır
- ayağına tez
- başı dönmüş
- güneş ışığı
- hazmı kolay
- iyi mayalanmış
- sersemlemiş
- yakmak tutuşturmak
- yanında bagaj olmadan
- yükü hafif
- ışık veren şey
- ışık vermek