- büyük
sıfat Boyutları, benzerlerinden daha fazla olan (somut nesne), makro, küçük karşıtı"Büyük ağaçların altında, gazinoya doğru gidiyoruz." - Y. Z. Ortaç
- çok
sıfat Sayı, nicelik, değer, güç, derece vb. bakımından büyük ve aşırı olan, az karşıtı"Bana matematik çok kolay geldi." - F. R. Atay
- ağır
sıfat Tartıda çok çeken, hafif karşıtı"Kurşun, ağır bir madendir. Taş yerinde ağırdır."
- uzun
sıfat İki ucu arasında fazla uzaklık olan, kısa karşıtı
- tepe
isim Bir şeyin en üstteki bölümü"Pencere önünde dimdik durmuş, kocaman ağaçların tepesine bakıyordunuz." - S. F. Abasıyanık
- iyi
sıfat İstenilen, beğenilen nitelikleri taşıyan, beğenilecek biçimde olan, kötü karşıtı"Bir aralık iyi fal bildiğimi haremde duyurdum." - F. R. Atay
- yüksek
sıfat Altı ile üstü arasındaki uzaklık çok olan, alçak karşıtı"Mekik dokuduğu yüksek bez tezgâhından kalktı." - Ö. Seyfettin
- baş
isim, anatomi İnsan ve hayvanlarda beyin, göz, kulak, burun, ağız vb. organları kapsayan, vücudun üst veya önünde bulunan bölüm, kafa, ser"Sağ elinin çevik bir hareketiyle başındaki tülbendi çekip aldı." - N. Cumalı
- baş
isim Çıban
- şiddetli
sıfat Etkisi çok olan, zorlu"Bir aralık rahmetli babam şiddetli bir romatizmaya tutulmuştu." - F. R. Atay
- sert
sıfat Çizilmesi, kırılması, buruşması, kesilmesi veya çiğnenmesi güç olan, pek, katı, yumuşak karşıtı"Sert tahta."
- üst
isim Bir şeyin yukarı, göğe doğru olan yanı, üzeri, fevk, alt karşıtı"Köyün üst tarafında, saman, taş ve yangın arasında, üstü sazlarla örtülmüş bir kulübenin önünde ateş yanıyor." - H. E. Adıvar
- tiz
sıfat İnce, keskin (ses)"Tüfeklerin daha tiz yaylım teraneleri bu en yüksek ölüm raksına hâkim olmuş." - H. E. Adıvar
- aşırı
sıfat Alışılan veya dayanılabilen dereceden çok daha fazla, taşkın"Ticaret az gelişmiş toplumlarda aşırı bir gelişme gösterir." - O. Rifat
- uca
isim Kuyruk sokumu kemiği
- uca
sıfat Yüce"Uca dağ başında yatmış uyumuş / Ela gözlerini uyku bürümüş" - Halk türküsü
- ileri
isim Herhangi bir şeye göre daha ötede olan yer, geri karşıtı
- asıl
isim Bir şeyin kendisi, örnek, kopya karşıtı"Bir belgenin aslı."
- ulu
sıfat Erdemleri bakımından çok büyük, yüce"Aile uluları arasında buna bir çare bulmak için dertleşmeler olur." - R. N. Güntekin
- mutluluk
isim Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumu, mut (I), ongunluk, kut, saadet, bahtiyarlık, saadetlilik"Hele bir de birkaç sünger bulabilse artık mutluluğunun sınırı olmayacaktı." - Halikarnas Balıkçısı
- soylu
sıfat Doğuştan veya hükümdar buyruğuyla, bazı ayrıcalıklara sahip olan ve özel unvanlar taşıyan (kimse), asaletli, asil, kerim"Soylu kişidir, iyi bir öğrenim görmüştür, zekidir, yeteneklidir." - N. Cumalı
- yukarı
isim Bir şeyin üst bölümü, fevk, aşağı karşıtı
- yüksek basınç
isim, meteoroloji Basınçölçerde 760 milimetre üstünde bulunan ve güzel havayı belirten hava durumu
- zirve
isim Doruk"Dağın zirvesi."
- güçlü
sıfat Gücü olan, kuvvetli, yavuz"Kalın gövdeli, güçlü bir ihtiyardı." - A. Kutlu
- yüce
sıfat Yüksek, büyük, ulu, ulvi"Yüce duygular, derin düşünceler ona göre değildir." - S. Taşer
- hızlı
sıfat Çabuk, seri, süratli"Bir akşamüzeri her zamanki hızlı adımlarla geldi." - A. Kutlu
- muhteşem
sıfat Görkemli"Ne büyümüş, ne koca göbekli muhteşem bir mahluk olmuştu." - S. F. Abasıyanık
- mükemmel
sıfat Kusursuz"Sesinizin tonalitesi mükemmel." - N. Hikmet
- önemli
sıfat Önemi olan, mühim, ehemmiyetli"Benim için ne kadar önemli olduğunu tahmin edebilirsiniz." - T. Buğra
- pahalı
sıfat Fiyatı yüksek olan, ucuz karşıtı"Ana kız ikisini de sevinçlerinden çıldırtacak kadar ağır, pahalı hediyeler getirmişti." - R. H. Karay
- taşkın
sıfat Taşmış bir durumda olan
- kabarmak
nsz Ağırlığı artmadan hacmi büyümek"Ekmek iyi kabardı."
- neşeli
sıfat Sevinçli, keyifli, şen, pürneşe"Yaşadığımızın önemini ve yapıp ettiklerimizde ölçüyü gözeterek yani edebe riayet ederek hem ciddi hem neşeli olabiliriz." - İ. Özel
- fazla
sıfat Gereğinden, alışılmıştan çok, aşırı olan, ziyade"Yaşamak için çok zorluk çekiyordu. Fazla olarak hastaydı." - R. N. Güntekin
- sarhoş
sıfat Alkollü içki veya keyif verici bir madde sebebiyle kendini bilmeyecek durumda olan (kimse), esrik, mest, sermest, başı dumanlı, kafası bulutlu, kafası iyi, kafası dumanlı, kafası kıyak
- coşkun
sıfat Coşmuş olan"Hayır, sular ne kadar coşkun olsa ben giderim." - T. Fikret
- kokmuş
sıfat Çürüyüp bozularak kötü kokan, kokuşuk
- azametli
sıfat Ulu, çok büyük
- ali
sıfat Yüce, yüksek"Bu bizim en büyük, en şanlı, en ali bir günümüz, en mukaddes millî bayramımız." - Ö. Seyfettin
- kibirli
sıfat Kendini büyük gören, büyüklenen, gururlu"Kendisi gayet kibirli, öfkeli olduğu için hizmetçileri ve adamları korkarlar." - K. Tahir
- direnmek
nsz Herhangi bir düşüncede, bir istekte veya bir durumda ayak diremek, inat etmek, ısrar etmek, taannüt etmek"Tek tük direnen çıktıysa da çürük yumurta gibi kısa zamanda eziliverdi." - K. Korcan
- mağrur
sıfat Kurumlu, gururlu, kibirli, kendini beğenmiş"Kedi sokaklarda sürünürken bile, eğer sizden korkmadıysa yine mağrur, kibirli ve rahatına düşkündür." - C. Külebi
- necip
sıfat Soylu, soyu temiz
- pikap
isim Küçük kamyon, kamyonet"Kamyonlar, pikaplar arka arkaya park etmiş duruyorlardı yan sokaklarda." - Ç. Altan
- öfkelenmek
nsz, -e Öfkeli duruma düşmek, kızmak, hiddetlenmek"Boş boş baktığımı görünce öfkelenip elindekileri bir köşeye attı." - O. Pamuk
- esrik
sıfat Sarhoş
- azgın
sıfat Azmış olan, azılı"Bakışları insanlıktan çıkmış, sanki karşımda ürkmüş, azgın bir hayvan var." - A. Ümit
- lise
isim Sekiz yıllık ilköğretimden sonra en az dört yıllık bir eğitimle hayata veya yükseköğretime hazırlayan ortaöğretim kurumu, ortaöğretim"İlkokulu, liseyi birlikte okuduk, belki onda nostalji uyandırıyorum." - İ. Aral
- kendini beğenmiş
- karada
- âIâ
- ağırlaşmış
- yüksek perdeden
- yüksekte
- kabarma saati
- zengin fakir
- çok eski
- bozulayazmış
- uçmuş
- yüksek, yüce, ulu, hayranlık uyandırıcı, yüksek,
- yüksekten
- Cenabı Hak. with a high hand kendince
- amirlik taslayarak
- amirlik taslayarak.
- barometrenin yüksek olduğu bölge
- bazen 10-12 sınıfları. high seas enginler
- doruk. high treason ihanet
- gururlu. High Church Anglikan Kilisesinin Katolikliğe meyleden kısmı. high color koyu renk
- göklere çıkararak. It' high time. Tam vakti. Zamanı geldi de geçti bile. the Most High Tanrı
- hayal peşinde koşmak. get on one's high hors ayak diremek
- kafa tutmak. in high terms överek
- kimsesiz ve çaresiz kalmış. high and low her yerde
- kutuplara yakın
- mükellef çay ziyafeti. high tide kabarma
- resmi okulların 9-12 sınıfları
- semada
- semada.
- vatan veya devlete hıyanet. fly high büyük emeller beslemek
- yortu günü. high dive yüksekten dalış. high dudgeon öfke
- yükseğe
- çılgınlık. high jump yüksek atlama. high life yüksek tabaka hayatı