- hazır
sıfat Bir iş yapmak için gereken her şeyi tamamlamış olan, anık, amade, müheyya"Her şey emre müheyya, hazır bir vaziyette bekliyor." - E. M. Karakurt
- ekmek
isim Tahıl unundan yapılmış hamurun fırında, sacda veya tandırda pişirilmesiyle yapılan yiyecek, nan, nanıaziz"Odayı, tatlı, sıcak bir kızarmış ekmek kokusu bürümüş." - Y. Z. Ortaç
- ekmek
-i Bir bitkiyi üretmek için toprağa tohum atmak veya gömmek
- alıcı
isim Satın almak isteyen kimse, müşteri"Sonra, mal satışı her şeyden önce bir organizasyon, bir alıcı ve pazar yerleri bulma işidir." - N. Hikmet
- plan
isim Bir işin, bir eserin gerçekleştirilmesi için uyulması tasarlanan düzen"Turist akınını karşılamak için şimdiden bir plan yapmışlar." - H. Taner
- proje
isim Değişik alanlarda önceden plan ve programa alınmış, maliyeti hesaplanmış, kurum ve kuruluşların yönetim organları tarafından onaylanmış, kısa ve uzun vadeye bağlanarak özel kurum veya devlet adına gerçekleştirilmesi kabul edilmiş bilimsel çalışma tas
- dizi
isim Bir iplik veya tel üzerine dizilmiş inci, boncuk vb.nin oluşturduğu bütün, sıra"İki dizi inci."
- küme
isim Birbirine benzer veya aynı cinsten olan şeylerin oluşturduğu bütün, takım, öbek, grup"Tarla kuşları Mustafa'nın sabanı altından yeni kurtulmuş olan kaba çığır üzerine kümeyle konarak buldukları tohumlara gaga çalmakta idiler." - N. Nâzım
- yığın
isim Bir şeyin yığılmasıyla oluşturulan küme, tepe"Ben de bu hudutsuz yığında bir kum tanesiyim." - N. F. Kısakürek
- basmakalıp
sıfat Özgünlüğü olmayan, değişiklik göstermeyen, bilineni tekrarlayan, harcıâlem, klişe"Kimi daha da iyi söylenebilecek basmakalıp fikirleri piyesleştirdiğinden dem vurdu." - H. Taner
- durum
isim Bir şeyin içinde bulunduğu koşulların hepsi, vaziyet, hâl, keyfiyet, mevki, pozisyon"Genel Sekreter, kazadaki sıtma durumu hakkında verdiğim uzun tafsilattan pek memnun kaldı." - R. N. Güntekin
- takım
isim Bir işte veya bir yerde kullanılan eşya ve aletlerin tamamı, ekipman
- sabit
sıfat Yerinden oynamayan, yerini değiştirmeyen, durağan
- servis
isim Sofrada hizmet etmekle görevli kimsenin yaptığı iş ve bu işin yapılma biçimi, sofra hizmeti
- ayar
isim Bir aygıtın gereken işi yapabilmesi durumu"Saatin ayarı bozuk. Televizyonun ses ayarı iyi."
- kaydetmek
-i, -e Yazmak, bazı önemli noktaları tespit etmek
- kararlı
sıfat Kesin karar vermiş olan"Hatta bu kararlı ve aceleci hâliyle katil suratlı kahveciyi ürkütmeyi başardığı bile söylenebilirdi." - İ. O. Anar
- sahne
isim İzleyicilerin kolayca görebilmeleri için genellikle yerden belli bir ölçüde yüksek yapılan, oyun, müzik vb. gösteri yapmaya uygun yer, oyunluk"Tiyatro yönetimi ve sahne düzeni her bakımdan ilkel, çağın koşullarına uygun olarak bozuktu." - M. And
- topluluk
isim Nitelikleri bakımından bir bütün oluşturan kimselerin hepsi, toplum, camia, cemiyet"Bu müşterek duygu ve anlayış birçok zevkleri birleştirir ve bir topluluk meydana getirirdi." - A. Ş. Hisar
- mâni
isim Bir şeyin yapılmasını önleyen şey, engel"Kaç zamandır beynimi, kanımı ateşlendiren bu idealimin lezzetini tatmak için her mâniyi çiğneyeceğim." - H. R. Gürpınar
- mâni
isim, edebiyat Genellikle birinci, ikinci ve dördüncü dizeleri uyaklı olan, daha çok hecenin yedili ölçüsüyle söylenen halk şiiri"Her köyde mâni, türkü söyleyen biri var." - M. C. Anday
- grup
isim Küme"Bir kadın grubu, gözleri komutanın penceresine dikili duruyor." - H. E. Adıvar
- yön vermek
yeni bir biçim, yeni bir düzen vermek
- duruş
isim Durma işi"Bu kız ona bir tür büyü yapmış, çocuğun oturuşu, duruşu, konuşması, gülümseyişi, her şeyi değişmişti." - A. Ümit
- belirli
sıfat Açık ve kesin olarak sınırlanmış veya kararlaştırılmış olan, muayyen"Öteki arkadaşımız da belirli saatte nöbetinin başında olacaktı." - E. Bener
- güldeste
isim Seçki
- zümre
isim Topluluk, takım, grup, camia"O, yine de sevenler zümresine olan bağını muhafaza eder." - N. F. Kısakürek
- set
isim Toprağın kaymasını veya suyun akmasını önlemek için yapılan kalın duvar
- set
isim, spor Masa tenisi, voleybol vb. oyunlarda maçın her bir bölümü
- serbest bırakmak
tutuklu veya gözaltında bulunan birini serbest, özgür duruma getirmek, tahliye etmek
- gurup
isim Ay, güneş, yıldız vb. gök cisimlerinin ufkun altına inmesi
- düzenli
sıfat Düzeni olan, yerli yerinde, kararlı, tertipli, muntazam"Hele, düzenli giyim diye bir dertleri hiç yoktur." - S. Ayverdi
- seri
isim Herhangi bakımdan bir bütün oluşturan şeylerin tümü, dizi"Bu, seri hâlinde yazılmış bir yazı değildir." - S. F. Abasıyanık
- seri
sıfat Hızlı"Nazik ve oynak tavırlar, seri kelimelerle sözüne devam etti." - R. N. Güntekin
- ekipman
isim Takım
- kaybolmak
nsz Yitmek"Kız kaybolduktan sonra aklına geldi babası olduğu." - A. Ümit
- kütle
isim Katı maddelerin büyük parçası, küme, yığın
- tanzim etmek
sıralamak
- değişmez
sıfat Aynen kalan, değişikliğe uğramayan"İşte dünyanın peşin ve değişmez hükmü buydu." - S. Ayverdi
- düzeltmek
-i Düzgün duruma getirmek"Kirli eşyalarımı paketlere sardım, bavulumu düzelttim." - R. N. Güntekin
- resmetmek
-i Bir şeyin resmini çizmek
- süslemek
-i Birtakım katkılarla bir şeyin daha güzel, daha göz alıcı olmasını, daha hoş görünmesini sağlamak, bezemek, bezeklemek, donatmak, tezyin etmek"Yemişçiler dükkânlarını meyvelerle süslüyorlar." - S. F. Abasıyanık
- göstermek
-i Birini veya bir şeyi işaretle belirtmek"Vitrindeki oyuncağı parmağıyla gösterdi."
- ayarlamak
-i Bir ölçünün doğruluğunu belli bir örneğe göre düzeltmek, doğrulamak"Saati radyoya göre ayarlamak."
- geçmek
-e Bir yerden başka bir yere gitmek"Elindeki kitabı bırakıp bulundukları odaya geçtim." - T. Buğra
- kullanmak
-i Bir şeyden belli bir amaçla yararlanmak"Parmaklarının arasındaki mendili eskiyinceye kadar kullandığın hiç oldu mu?" - H. C. Yalçın
- aygıt
isim Birçok parçadan yapılmış alet, cihaz"Telefon bir konuşma aygıtıdır."
- koleksiyon
isim Öğrenme, yarar sağlama veya zevk amacıyla bir araya getirilmiş ve özelliklerine göre sınıflara ayrılmış nesnelerin bütünü, derlem"Koleksiyonun kitapçılıktan kazanılan paralarla devşirildiğini belirtiyor." - S. Birsel
- antoloji
isim, edebiyat Seçki"Üç ciltlik bir şiir antolojisi neşredilmişti." - R. H. Karay
- seçki
isim, bilişim Şairlerin, yazarların, bestecilerin eserlerinden alınmış, seçme parçalardan oluşan eser, güldeste, antoloji
- derme
isim Dermek işi
- yükseltmek
-i Yükseğe çıkarmak, yukarı kaldırmak"Yastığımızı alçaltsak da yükseltsek de boynumuz ağrır." - Y. K. Karaosmanoğlu
- sarmak
-i Çevresini çevirmek, çepeçevre dolanmak, çevrelemek
- açmak
-i Bir şeyi kapalı durumdan açık duruma getirmek"Kapıyı açıp içeri giriyorum." - A. Ağaoğlu
- tayin etmek
kararlaştırmak"Yola devam edilmesini tayin için sordu." - R. H. Karay
- oturmak
-e Vücudun belden yukarısı dik duracak biçimde ağırlığı kaba etlere vererek bir yere yerleşmek"Bir sandalyenin üzerinde oturmuş, önüne bakıyordu." - S. F. Abasıyanık
- başlamak
Görünmek"Kasabanın kenar mahallelerinden sonra bir mezarlık başlardı." - S. F. Abasıyanık
- gelmek
-den, -e, nsz Ulaşmak, varmak"Gurbetten gelmişim yorgunum hancı / Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş" - B. S. Erdoğan
- tamamlamak
-i Eksiksiz, tamam duruma getirmek, bütünlemek"Rehberim sille, tokat hatta asker süngüsü, bir hayli darbe yedikten sonra işini tamamladı." - N. F. Kısakürek
- düzenlemek
-i Düzenli, düzgün duruma getirmek, düzen vermek, tanzim etmek"Odasını düzenledi."
- yapmak
-i Ortaya koymak, gerçekleştirmek, oluşturmak, meydana getirmek"Her görevi ayrım gözetmeden aynı titizlikle yapmak başarının sırrıdır." - Ç. Altan
- kurmak
-i Bir şeyi oluşturan parçaları birleştirerek bütün durumuna getirmek, monte etmek"Geniş çöl ufukları arasında çadırlarımızı kurduk." - F. R. Atay
- inatçı
sıfat Ayak direyen, inat eden, anut, muannit, direngen"Akşam ezanı sokaktaki çocukların inatçı, oyunbozan çığlıklarını bastırıyor." - İ. Aral
- pekiştirmek
-i Sertleşmek, katılaştırmak
- doğrultmak
-i Doğrulmasını sağlamak, doğru duruma getirmek"Aralarında bellerini doğrultamayacak kadar yaşlıları da vardı." - T. Buğra
- etmek
nsz Bir işi yapmak"Şemsi, sıra düştükçe emlak komisyonculuğu ediyordu." - H. Taner
- teskin etmek
acı, öfke, heyecan vb. duyguları yatıştırmak, dindirmek"Ev sahibi erkek beni, kadın da onu teskine uğraşıyordu." - B. Felek
- bina etmek
yapmak, kurmak, inşa etmek"Yalı, çok pencereli, iki katlı, yayvan bir binadır." - B. Felek
- dikmek
-i, -e Bir cismi dik olarak durdurmak"Bir yere direk dikmek."
- tesis etmek
kurmak, ortaya çıkarmak, oluşturmak
- feshetmek
-i Verilmiş bir yargıyı kaldırmak, bozmak
- iptal etmek
kullanıştan kaldırmak
- meyil
isim Eğiklik, eğim, akıntı"Fazılpaşa Yokuşu'nda akşam olurken, tatlı bir meyille denize uzanan kırmızı damların üzeri kararır." - H. E. Adıvar
- bağlamak
-i, -e Bir şeyi bir yere veya bir şeye tutturmak"Gemiyi iskeleye bağlamak."
- muntazam
sıfat Düzgün
- tartmak
-i Bir şeyin birim cinsten ağırlığını bulmak
- anlatmak
-i, -e Bilgi vermek, izah etmek"Gece sabaha kadar düşündüğü şeyleri babasına da anlatmak isterdi." - P. Safa
- donatmak
-i Birinin giyimini sağlamak
- ayırmak
-i, -e Bölmek"Elmayı dörde ayırmak."
- yazmak
-i Söz ve düşünceyi özel işaret veya harflerle anlatmak"Büyük bir heyecan, bir haz içinde şu satırları yazıyorum." - Ö. Seyfettin
- saldırtmak
-e Saldırma işini yaptırmak
- kışkırtmak
-i Kümes hayvanlarını ürkütüp kaçırmak
- azimli
sıfat Azmi olan
- batma
isim Batmak işi
- hazırlamak
-i Bir şeyi kullanılacak, yararlanılacak duruma getirmek"Bir çeyrek saat içinde bavullarımızı bile hazırlayamazdık." - Y. K. Karaosmanoğlu
- batmak
nsz Bir sıvının üstündeyken içine gömülmek"Sonra hani bir gemimiz batmıştı." - S. F. Abasıyanık
- yerleştirmek
-e Yerleşmesini sağlamak"Düven tahtasının altına çakmak taşlarını yerleştiriyordu." - C. Uçuk
- pekişmek
nsz Sertleşmek, katılaşmak
- alçaltmak
-i Alçak duruma getirmek"Yastığımızı alçaltsak da yükseltsek de boynumuz ağrır." - Y. K. Karaosmanoğlu
- batış
isim Batma işi"Gün batışını gördün ya, öyleyse doğuşu da seyret." - A. Kabaklı
- dekor
isim Tiyatro, sinema ve televizyonda sahneye konulan eserin yazıldığı yerin ve geçtiği çağın özelliklerini belirleyen perde, aksesuar vb. ögelerin bütünü"Dekor, hayatın sahneleri kadar değişken olmalıydı." - A. Ağaoğlu
- dondurmak
-i Donmasını sağlamak
- etkilemek
-i Etkiye uğratmak, tesir etmek"Toplumu etkileyen olaylara herkes kendi yorumunu katıyor." - N. Cumalı
- fide
isim, bitki bilimi Tohumdan yetiştirilip başka yerlere dikilmek için hazırlanan sebze veya körpe çiçek"Ektiği fideler kurumuş, kurumayanları da danaburnu kesmişti." - A. Nesin
- fitillemek
-i Fişek, dinamit vb. patlayıcı maddelerin fitilini ateşlemek
- klik
isim Hizip
- lağvetmek
-i Bir kuruluşu kaldırmak, işleyişine son vermek
- muayyen
sıfat Belirli"Fakat bu hususta daha muayyen bir tarzda konuşmak icap eder." - N. Hikmet
- oturuş
isim Oturma işi"Başta delikanlılar, çoğunun oturuşunda bir büyüklenme var." - T. Buğra
- yaymak
-i, -e Bir şeyi açarak, düzelterek bir alanı örtecek biçimde sermek"Kardeşleri çardağın içine, dışına yatakları yayıyorlardı." - N. Cumalı
- yola çıkmak
araca binmek üzere yolüstünde durmak
- bestelemek
-i Beste yapmak"Üstat hemen rasttan bestelediği bir şarkıyı mırıldanmaya başladı." - A. Gündüz
- olmak
nsz Meydana gelmek, varlık kazanmak, vuku bulmak"En şiddetli münakaşa, kumpanyanın ismi için oldu." - S. F. Abasıyanık
- koymak
-i, -e Bir şeyi bir yere bırakmak, belli bir yere yerleştirmek"Öteki elini doktorun omzuna koydu." - S. F. Abasıyanık
- cihaz
isim Aygıt, alet, takım
- kararlaştırmak
-i Bir konunun, bir işin herhangi bir yolda yapılmasıyla ilgili kesin düşünce belirlemek, tayin etmek"Yola çıkma gününü kararlaştırdılar." - H. E. Adıvar
- dizmek
-i, -e Bazı nesneleri iplik, tel vb.ne geçirmek"Ortada, hasırların üstünde yığılı tütün yapraklarının etrafında, ana, iki kız oturmuş tütün diziyorlardı." - N. Cumalı
- donmak
nsz Sıvı, soğuğun etkisiyle katı duruma gelmek, buz tutmak
- sertleşmek
nsz Sert bir durum almak, katılaşmak"Yarı ağarmış yumuşak kumral sakal tersine dönerek diken gibi sertleşti." - R. N. Güntekin
- katılaşmak
nsz Katı duruma gelmek"Çekilmişti sanki kara toprağın kanı / Yol soğumuş, katılaşmış bir ceset gibi" - E. B. Koryürek
- katılaştırmak
-i Katı duruma getirmek
- oturtmak
-i, -e Oturma işini yaptırmak"İçeri girer girmez bileğimden kavradı, önüne beni oturttu, hayvanı mahmuzladı." - S. M. Alus
- yuva
isim Kuşların ve başka hayvanların barınmak, yumurtlamak, kuluçkaya yatmak, yavrularını büyütmek veya yavrulamak için türlü şeylerden yaptıkları ve türlü biçimlerde hazırladıkları barınak"Kuşlar yuva, dünyaevi yatak, dünya kapılarında yavrular kundak bekliyordu." - A. N. Asya
- takmak
-i Bir şeyi başka bir yere uygun bir biçimde tutturmak, iliştirmek, geçirmek"Gözlüğünü takıp masaya eğildi." - R. H. Karay
- girişmek
-e Bir işi ele almak
- belirlemek
-i Belirli duruma getirmek, belirli kılmak, tayin etmek"Ama gidemeyenlerden hangisinin başına ne geleceğini tamamen tesadüfler belirledi." - E. Şafak
- koyulmak
nsz Koyma işine konu olmak
- saptamak
-i Bir şeyi belirgin kılmak, tespit etmek"Erotik değil ama toplumu pornografiye sürükleyen koşulları saptıyor." - S. İleri
- tespit etmek
bir şeyi sağlam bir biçimde yerleştirmek, oynamaz duruma getirmek, saptamak
- sertleştirmek
-i Sert bir duruma getirmek, sertleşmesine sebep olmak
- rahatlatmak
-i Rahatlamasını sağlamak, ferahlatmak
- adetlere uygun
- ayarlanmış
- ayrı koymak
- dik durdurmak
- eğilim temayül
- göz önüne sermek
- harflerini dizmek
- işe başlatmak
- kakma işi yapmak
- kuluçkaya yatırmak
- stüdyo düzlüğü
- sınırlarını belirtmek
- tenis set
- verilmiş
- yere koymak
- yerleşmiş
- (mat.) dizi. a set of teeth diş takımı. dinner set sofra takımıi the fast set hızlı yaşayanlar grubu.
- (müz.) bestelemek
- (saç) sarmak
- (set
- (tiyatro) dekor
- akıntı veya rüzgarın yönü
- aleyhine çevirmek. set apart bir kenara ayırmak
- arzetmek. set bread hamura maya katmak ve dinlendirmek. set by bir kenara koymak
- ateşe vermek. set foot in (bir yere) ayak basmak. set forth zikretmek
- ateşe vermek. set on foot başlatmak. set one' cap for (k. dili) kancasını takmak
- av köpeğinin avı göstermesi.
- bulup yerini göstermek
- bulup yerini göstermek (av köpeği)
- daldırmak (fidan) set out for yola çıkmak. set out on başlamak. set out to e kalkışmak
- dikine koymak. set on fire tutuşturmak
- gerip tam yerine getirmek (yelken) set up a loud noise yaygarayı basmak. set up housekeeping ev açmak. set upon üzerine saldırmak veya saldırtmak.
- göz koymak. set fire to tutuşturmak
- ilerisi için saklamak. set by the ears boğuşmak. set down indirmek
- muntazam.
- sahile doğru ilerlemek (met) set in order sıraya koymak
- salıvermek. set in başlamak
- sin set
- sinirlendirmek. set on end dikmek
- sıkıntısını gidermek. set at large serbest bırakmak. set at naught hiçe saymak. set at work işe başlatmak. set back geri bırakmak
- tashih etmek. set up havaya dikmek
- televizyon veya radyo alıcısı
- teşebbüs etmek. set afloat yüzdürmek. set against mukayese etmek
- yola koyulmak. set forward ileri koymak
- yönelmek. set about başlamak
- yükseltmek (ses)
- örnek olmak. set the pace yarışta nasıl koşulacağını göstermek. set the teeth çaprazlamak (testere) set the watch nöbet dağıtmak. Set them up! İçkiler benden ! set to girişmek
- üzerine koymak. set on edge kamaştırmak (diş)
- yapılmış