- çok
sıfat Sayı, nicelik, değer, güç, derece vb. bakımından büyük ve aşırı olan, az karşıtı"Bana matematik çok kolay geldi." - F. R. Atay
- parça
isim Bir bütünden ayrılan, ayrı sayılan veya artakalan şey"Yolun bu parçası bozuk."
- bir hayli
zarf Epey, çok, hayli, oldukça"Kapısını vurmalı, o zaman uyanır açar diye başlayarak bir hayli dırlandı." - A. Ş. Hisar
- iş
isim Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma"İş bittikten sonra denize karşı sigara içilir." - S. F. Abasıyanık
- değer
isim Bir şeyin önemini belirlemeye yarayan soyut ölçü, bir şeyin değdiği karşılık, kıymet"İnsan bir şeyin değerini ondan yoksun kalınca anlıyor." - Halikarnas Balıkçısı
- el
isim, anatomi Kolun bilekten parmak uçlarına kadar olan, tutmaya ve iş yapmaya yarayan bölümü"El var, titrer durur, el var yumuk yumuk / El var pençe olmuş, el var yumruk" - Z. O. Saba
- el
isim Yakınların dışında kalan kimse, yabancı"Kâtip benim ben kâtibin, el ne karışır!" - Halk türküsü
- el
isim Ülke, yurt, il"Çöller, Yemen ellerinden beter imiş." - A. Gündüz
- iş yapmak
çalışmak"İş bittikten sonra denize karşı sigara içilir." - S. F. Abasıyanık
- işini görmek
görevini yapmak"İş bittikten sonra denize karşı sigara içilir." - S. F. Abasıyanık
- ele almak
bir şey üzerinde çalışmaya başlamak"El var, titrer durur, el var yumuk yumuk / El var pençe olmuş, el var yumruk" - Z. O. Saba
- pazarlık
isim Bir alışverişte tarafların kendileri için en elverişli fiyatı karşısındakine kabul ettirmek amacıyla yaptıkları görüşme
- davranmak
nsz Bir kimseye veya bir şeye karşı belli tavır takınmak"Hiç gerekmezken dönüyor ve onu yeni görmüş gibi davranıyor." - T. Buğra
- kısım
isim Parçalara ayrılmış bir şeyin her bölümü, bölük, kesim"Felsefenin teorik olan kısmına pek aldırmaz." - N. Araz
- miktar
isim Bir şeyin ölçülebilen, sayılabilen veya azalıp çoğalabilen durumu, nicelik
- uğraşmak
-le Bir iş üzerinde sürekli çalışmak"Muhacir kümeleri arasında, ekmek dağıtmakla uğraşan yaşlıca bir adama seslendi." - P. Safa
- vermek
-i, -e Üzerinde, elinde veya yakınında olan bir şeyi birisine eriştirmek, iletmek"Okumadığım zaman tavukların bahçesindeyim, yemlerini ben veririm." - Ö. Seyfettin
- vurmak
-e Elini veya elinde tuttuğu bir şeyi bir yere hızla çarpmak"Masaya vurmak. Birinin başına vurmak."
- atmak
-i, -e Bir cismi bir yöne doğru fırlatmak"Taşı suya atmak."
- ilgilenmek
-le İlgi göstermek, alakalanmak"Tarlaları gezdim, okuluma gittim, çocukları tanıdım, köylülerle ilgilendim." - H. E. Adıvar
- meşgul olmak
vaktini vermek, uğraşmak, oyalanmak"Belediye doktoru, kışın kimya tecrübeleri ile meşguldü." - S. F. Abasıyanık
- açıklamak
-i Bir konuyla ilgili gerekli bilgileri vermek, izah etmek
- ayırmak
-i, -e Bölmek"Elmayı dörde ayırmak."
- işlemek
-i Bir şeye emek vererek onu daha elverişli bir duruma getirmek
- dağıtmak
-i Toplu durumda bulunanları birbirinden uzaklaştırmak veya ayırmak"Düşman ordusunu çil yavrusu gibi dağıtırlardı." - Y. K. Beyatlı
- anlaşma
isim Anlaşmak durumu"Konuşmadan başka anlaşma aracı yok mu?" - N. Uygur
- paylaştırmak
-i, -e Herkese kendi payına düşeni aldırmak veya vermek
- mukavele
isim, hukuk Sözleşme"Meşhur aktör davet edilmiş hatta mukavelesi bile yapılmak üzere imiş!" - H. F. Ozansoy
- icabına bakmak
gereğini yerine getirmek"Buna, bittabi icabı gibi cevap verildi." - Atatürk
- tacir
isim Ticaretle uğraşan kimse, tüccar"İhtiyar tacir kâtibine bir şeyler yazdırtıyordu." - H. R. Gürpınar
- tartışmak
nsz, -le Bir konu üzerinde, birbirine ters olan görüş ve inançları karşılıklı savunmak
- tüccar
isim Ticaret yapan, ticaretle uğraşan kimse, tacir"Ova köylerinde sözü geçen bir koyun tüccarı ile orada buluşacaktı." - T. Buğra
- Basketbol, Hücum sahasında oyuncuların paslaşması.
- alâkadar olmak
- dağıtmak, vermek, paylaştırmak, dağıtmak, vurmak, patlatmak, kâğıtları dağıtma sırası, anlaşma, iş, miktar
- deginmek bahsetmek
- iş gören kimse
- çam kerestesi
- çam tahtası