-
yüz göz : isim "Biriyle gereksiz yere, aşırı derecede senli benli olmak" anlamındaki yüz göz olmak deyiminde geçen bir söz"İkisinin de bu kadar az zamanda birbirleriyle bu derece yüz göz olmalarına şaşmamak mümkün değildi." - R. N. Güntekin
-
paragöz : sıfat Parayı çok seven, paraya çok düşkün (kimse), para canlısı, paragözlü"Bundan dolayı bu paragöz adamın sırf körpeliğinden dolayı aldığı ufak tefek kızcağızı herkes görmek istiyordu." - H. E. Adıvar
-
gözaltı : isim, hukuk Birinin, güvenlik kuvvetleri tarafından belli bir yerde belli bir süre alıkonulması, gözetim, nezaret
-
gözdağı : isim Sonradan verilecek bir ceza ile korkutma, yıldırma, tehdit"Küfürlerin arasında duyduğu sözlerden, bu gözdağının sabahki olayla ilintili olduğunu anlar gibiydi." - A. Kulin
-
gözdemiri : isim, denizcilik Gemilerin baş tarafında bulunan, her zaman kullanılan büyük çıpa
-
gözevi : isim, anatomi Göz yuvası"Şimdi yeşil mavi gözleri daha keskin, gözevleri daha çöküktü." - S. İleri
-
gözyaşı : isim Gözyaşı bezlerinin salgıladığı, bazı etkilerle akan duru sıvı damlacıklarından her biri, yaş (II)"Birer kalp bıraktılar bize kırık / Ömrümüzce gözyaşı döktürecek" - C. S. Tarancı
-
açgöz : sıfat Açgözlü
-
açıkgöz : sıfat Uyanık davranarak çıkar sağlayan, imkânlardan kurnazca yararlanmasını bilen, cingöz, uyanık, kurnaz (kimse)"Bu insanların alabildiğine açıkgöz ve çakır pençe olduklarını bir kere daha anlardık." - A. H. Tanpınar
-
aynagöz : sıfat Uyanık, cingöz"Küçük oğul köşede bucakta pinekler, büyük oğul da aynagöz ortada dolaşırdı." - S. M. Alus
-
camgöz : isim, hayvan bilimi Deniz kıyısına yakın yaşayan, yanlarında veya sırtında beyaz lekeleri bulunan, gözü parlak olan, eti yenebilen bir tür köpek balığı (Galeius canis)
-
cingöz : sıfat Açıkgöz
-
Karagöz : isim, hayvan bilimi İzmaritgillerden, 25-30 santimetre uzunluğunda, enli, boz renkli, beyaz etli bir balık (Sargus sargus)
-
Karagöz : özel, isim Deve derisinden veya mukavvadan kesilip boyanmış insan biçimlerini beyaz bir perde üzerine arkadan ışık vererek yansıtma yoluyla oynatmaya dayalı bir gösteri oyunu
-
sarıgöz : isim, hayvan bilimi İzmaritgillerden, rengi altın sarısı olan, Atlantik Okyanusu'nda ve Akdeniz'de yaşayan bir balık (Sargus salvieri)
-
tepegöz : isim Derslerde, konferanslarda asetat üzerine yazılan yazıyı veya grafiği kuvvetli bir ışık kaynağı aracılığıyla perdeye yansıtan optik araç
-
yalıngöz : isim, hayvan bilimi Bir tür kertenkele
-
balıkgözü : isim Ayakkabıların bağ geçirilen deliklerine ve kemer deliklerine takılan maden, kemik vb.nden yapılmış halka
-
devegözü : isim, bitki bilimi İri ve siyah taneli bir tür üzüm
-
horozgözü : isim, bitki bilimi Maydanozgillerden, beyaz veya pembe çiçekli bir bitki (Seseli tortuosum)
-
kartalgözü : isim, askerlik Gözlem amacıyla kullanılan insansız uçak
-
kedigözü : isim Taşıtların arkasındaki kırmızı renkli işaret lambası
-
koyungözü : isim, bitki bilimi Birleşikgillerden, beyaz ve iri bir tür papatya (Matricaria parthenium)
-
kuşgözü : isim, mimarlık Ev, villa vb. konutların çatı katlarını aydınlatmaya yarayan küçük pencere
-
mandagözü : isim Nikel yirmi kuruş
-
öküzgözü : isim, bitki bilimi Birleşikgillerden, sarı renkte, papatyayı andırır bir çiçek ve onun bitkisi, sığırgözü, mastı çiçeği, arnika (Arnica montana)
-
öküzgözü : isim, bitki bilimi Kaliteli, kendine özgü kokusu olan şarap üretilen, orta kalın kabuklu, siyah renkli bir tür üzüm
-
sığırgözü : isim, bitki bilimi Öküzgözü
-
turnagözü : isim Berrak ve parlak sarı
-
tepegözler : isim, hayvan bilimi Birçok türü, önemli solucan türlerine ara konakçılık eden, duyargaları tek kollu, beşinci çift ayakları körelmiş kabuklular familyası
-
göz açıklığı : isim Gözü açık olma durumu
-
göz akı : isim, anatomi Göz yuvarının dışını saran, katılgan dokudan oluşmuş, dayanıklı beyaz çeper, sert tabaka
-
göz alıcı : sıfat Güzelliği ile ilgi çeken, alımlı, göze çarpan"Burada vücudumu bütün göz alıcı çizgileriyle uzun uzun seyretmişti." - O. C. Kaygılı
-
göz altı : isim Yüzde gözlerin hemen altında bulunan bölüm
-
göz aşısı : isim Dal üzerindeki gözelere yapılabilen ağaç aşısı
-
göz aşinalığı : isim Birini zaman zaman görmekten ileri gitmemiş olan tanıma, üstünkörü tanıma
-
göz bağcı : isim Göz bağı yapan kimse, illüzyonist"Aynı anda sahnenin her yerinde birden bitiyor, bir şarkıcıdan çok bir göz bağcıya benziyordu." - M. Mungan
-
göz bağı : isim El çabukluğu ve ustalıkla gerçekte olmayan bir şeyi oluyor gibi gösterme işi, illüzyon
-
göz bankası : isim Gerektikçe başkalarına aktarılmak için ölümlerinden hemen sonra gönüllülerin gözündeki saydam tabakanın alınıp saklandığı göz kliniği
-
göz banyosu : isim Göz hastalıklarının iyileştirilmesi için yapılan banyo
-
göz bebeği : isim, anatomi Gözde irisin ortasında bulunan, ışığın azlığına veya çokluğuna göre büyüyüp küçülen yuvarlak delik, bebek"Göz bebeklerinde o ara beliriveren pırıltıyı, acaba neye yormalı?" - A. İlhan
-
göz bilimi : isim Gözün yapısının, çalışmasının ve hastalıklarının incelendiği hekimlik dalı, oftalmoloji
-
göz boncuğu : isim Nazar boncuğu
-
göz dikeği : isim Pek çok istenerek üzerine düşülen şey
-
göz dişi : isim, anatomi Üst çenedeki köpek dişlerinden her biri
-
göz doktoru : isim, tıp (***) Göz hastalıkları doktoru, gözcü
-
göz emeği : isim Gözü çok yoran ince iş
-
göz erimi : isim, coğrafya Ufuk"Göz eriminde birkaç gemi demirlemişti." - S. İleri
-
göz etçiği : isim, anatomi Gözün iç açısındaki kırmızı çıkıntı, göz memesi
-
göz göz : sıfat Üzerinde birçok göz, delik bulunan
-
göz göze : zarf Birbirine bakar bir biçimde
-
göz hakkı : isim Görüldüğünde imrenilebilecek yiyeceklerden, görenlere verilen pay
-
göz hapsi : isim, hukuk Bir kimseye bulunduğu, yaşadığı yerden ayrılmaması biçiminde verilen ceza
-
göz kadehi : isim Göz banyosunda kullanılan, göz çukuruna göre şekillenmiş, cam veya seramikten kap
-
göz kamaştırıcı : sıfat Gözün kamaşmasına, bir süre göremez duruma gelmesine yol açan (ışık)
-
göz kapağı : isim, anatomi Göz yuvarlarının önünde bulunan, birbirine yaklaşarak gözü örten, kenarlarında kirpikler bulunan koruyucu organ"Göz kapaklarımın üstünde sanki tonlarca ağırlık var, güçlükle açıyorum." - A. Ümit
-
göz kararı : isim Ölçü veya tartı ile değil gözle oranlanarak belirlenen miktar
-
göz kesesi : isim, anatomi Gözlerin hemen altında derinin ve kasların bozulması sonucu oluşan şişkinlik"Gözlerinin altında keseler, torba torba sarkıyor göz keseleri." - Z. Selimoğlu
-
göz memesi : isim, anatomi Göz etçiği
-
göz merceği : isim, anatomi İrisin arkasında yer alıp ışığı kırma özelliği olan, biçimi ve büyüklüğü mercimeğe benzeyen saydam yapı, billur cisim
-
göz nuru : isim Yoğun bir emek sonucu ortaya çıkan iş
-
göz önü : isim Görülebilen yakın yer
-
göz pencere : isim, mimarlık Çatı katlarında veya kapı üstlerinde yuvarlak veya oval biçimli, genellikle süslü küçük pencere
-
göz pınarı : isim Gözyaşı bezlerinin salgıladığı sıvıyı toplayan, gözün burun tarafındaki bölümü
-
göz sevdası : isim Yalnız bakmakla yetinilen aşk
-
göz taşı : isim, kimya Bazı göz, deri, bitki hastalıklarında ve bağcılıkta kullanılan, koyu mavi renkte, zehirli bir tuz, bakır sülfat, bakır tuzu (Cu SO4)
-
göz yoklaması : isim Başkalarının dikkati birinin üzerinde olma, göz hapsinde tutulma"Başka çare kalmadığını anladı ve kendisini üç Ankaralı kadının bu sıkı göz yoklamasına bıraktı." - Y. K. Karaosmanoğlu
-
göz yuvarı : isim, anatomi Kafatasında bir çukur içine yerleşmiş bulunan gözün yuvarlak bölümü
-
göz yuvası : isim, anatomi Göz yuvarlarının içinde bulundukları kemik oyuklardan her biri, gözevi"Bu profilin en göze çarpan hususiyetleri, alında, göz yuvasında ve çenede toplanmıştı." - Y. K. Karaosmanoğlu
-
göz zarı yangısı : isim, tıp (***) Kornea hariç göz kapaklarının iç yüzü ile göz küresinin ön yüzünü örten zarda oluşan iltihap, konjonktivit
-
göze göz : isim Kısasa kısas
-
gözü aç : sıfat Açgözlü
-
gözü açık : sıfat Uyanık, becerikli (kimse)
-
gözü bağlı : sıfat Aymaz
-
gözü dışarıda : sıfat Eşine bağlı olmayıp başkalarıyla da ilişki kuran (kimse)
-
gözü doymaz : sıfat Açgözlü"Bu gözü doymaz herifler de bir gün patronluktan tellaklığa soyunursa hiç şaşmam." - M. İzgü
-
gözü gönlü tok : sıfat Gözü tok
-
gözü kapalı : sıfat Çevresinde olanlardan haberi olmayan (kimse)"Hem, bizim çocuklarımız gözü kapalı, masum çocuklar..." - R. N. Güntekin
-
gözü kara : sıfat Korkusuz (kimse)"Hırsızların en kıyağı, kaçakçıların en gözü karası hep burada." - N. F. Kısakürek
-
gözü keskin : sıfat Çok iyi gören (kimse)
-
gözü pek : sıfat Korkusuz"O kadar kararlı, o kadar gözü pekti ki civar mahalleden gelen çocuklar bile onun ordusuna yazılmaya başladılar." - İ. O. Anar
-
gözü sulu : sıfat Sulu gözlü
-
gözü tok : sıfat Paraya, mala düşkünlük göstermeyen, açgözlülük etmeyen (kimse), gözü gönlü tok"Açgözlülüğü içeride de dışarıda da affetmeyen gözü tok insanlarız." - A. N. Asya
-
gözü yolda : sıfat Sürekli bir şeyi bekleyen (kimse)
-
gözü yüksekte : sıfat Bulunduğu durumdan çok üstün olan bir duruma ulaşma amacı güden (kimse)
-
cam göz : sıfat Gözü takma olan
-
çekik göz : sıfat Çekik gözlü
-
dört göz : isim Gözlüklü kimse
-
gümüş göz : sıfat Para canlısı, açgözlü, cimri
-
ilk göz ağrısı : isim İlk çocuk
-
kem göz : isim Baktığı kimseye zarar veren veya nazar değdiren göz, kötü göz
-
kene göz : sıfat Çok küçük gözlü (kimse)
-
kötü göz : isim Kem göz
-
lokma göz : isim Patlak göz
-
sulu göz : sıfat Sulu gözlü
-
süzgün göz : isim Süzgün veya ölgün bakışlarla bakan göz"Süzgün gözleri bugünkü gibi alaycı, çenesi daha sivriydi." - H. E. Adıvar
-
uyur göz : isim, bitki bilimi Normal durumlarda sürmeyip uyur vaziyette kalan fakat gerektiğinde sürerek dal, yaprak oluşturan tomurcuk
-
kemer gözü : isim, mineraloji Kemerle ayakları arasındaki boşluk
-
koltuk gözü : isim, bitki bilimi Sürgün ve genç dalların yaprak saplarının koltuğunda bulunan tomurcuk
-
malın gözü : isim Açıkgöz, kurnaz, çokbilmiş kimse
-
palamar gözü : isim Geminin baş ve kıç kısımlarında bulunan palamar halatlarına mahsus delik
-
torpido gözü : isim Torpido
-
tütsü gözü : isim Çadırlarda duman çıkmasını sağlayan delik"Yalnızca tütsü gözü denilen duman deliği açık olduğundan, karın beyazlığı çadırı ısıtıyordu." - N. Araz
-
çıplak gözle : zarf Görmeye yardımcı olacak hiçbir araç kullanmaksızın
-
bu gözle : zarf Bu anlayışla
-
göz açtırmamak : başka bir iş yapmasına vakit veya imkân vermemek
-
göz alabildiğine : gözün görebileceği en uzak yerlere kadar
-
göz ardı etmek : gereken önemi vermemek
-
gözaydın etmek : güzel bir olay için kutlamak, iyi dileklerde bulunmak
-
gözaydına gelmek : birine kavuştuğu sevindirici bir durum dolayısıyla kutlamaya, iyi dilekte bulunmaya gelmek
-
gözaydına gitmek : birine kavuştuğu sevindirici bir durum dolayısıyla kutlamaya, iyi dilekte bulunmaya gitmek
-
göz değmek : uğursuzluk, kötülük getirdiğine inanılan kıskanç veya hayran bakışlar dolayısıyla kötü bir duruma düşmek
-
göz doldurmak : görünüşü ile umulduğundan çok etkilemek
-
göz doyurmak : bir şey görünüşü ile umulduğundan çok etkilemek
-
göz etmek : gözle işaret etmek
-
göz görmeyince gönül katlanır : "yakınımızda bulunmayanların özlemine, acısına daha kolay dayanabiliriz" anlamında kullanılan bir söz
-
göz görür, gönül katlanır : "kişi, sevdiği bir kimsenin uzak yere gitmesi durumunda onunla görüşmekten umudunu keser, ayrılığa katlanır" anlamında kullanılan bir söz
-
göz kamaştırmak (veya almak) : kuvvetli ışık veya parlaklık, kısa bir zaman için görüşü bulandırmak
-
göz kesilmek : bütün dikkatiyle bakmak
-
göz kırpmadan : acımadan, merhamet etmeden
-
göz kırpmak : göz kapağını kapayıp açmak
-
göz kırpmamak : uyumamak
-
göz kulak olmak : görme, işitme yoluyla bilgi edinmeye çalışmak
-
göz (veya gözünün) kuyruğuyla bakmak : göz ucuyla bakmak
-
göz süzmek : baygın ve anlamlı bakmak
-
göz (veya gözünün) ucuyla bakmak : fark ettirmeden gözlemek, belli etmemeye çalışarak başını çevirmeden yandan bakmak
-
göz ucuyla görmek : fark etmek
-
göz var, izan var : bir şeyin göz ve akıl yoluyla anlaşılacağını anlatan bir söz
-
göz yıldırmak : gözünü korkutmak
-
göz yummak : görmezlikten gelmek, hoş görmek, bağışlamak
-
göz yummamak : uyumamak
-
gözden çıkarmak : bir mal, para, değer yargısı vb. maddi veya manevi varlığın elden çıkarılmasını kabul etmek
-
gözden geçirmek : okumak
-
gözden ırak olan gönülden de ırak olur : "ayrı düşenlerin arasındaki sevgi de zamanla azalır" anlamında kullanılan bir söz
-
gözden ırak tutmak : görmek istememek
-
gözden ırak tutulmak : önem verilmemek, değersiz bulmak
-
gözden (veya gözünden) kaçmak : görülmemek, farkına varılmamak
-
gözden kaybolmak : ortadan çekilmek veya görünmez olmak, kaybolmak
-
gözden nihan olmak : gözden kaybolmak
-
gözden (veya gözünden) sürmeyi çalmak (veya çekmek) : hırsızlıkta çok becerikli, çok usta olmak
-
gözden uzaklaşmak : ayrılıp başka yere gitmek, görünmez olmak
-
göze almak : gelebilecek her türlü zararı ve tehlikeyi önceden kabul etmek
-
göze batmak : aşırı derecede görünür olmak
-
göze çarpmak : dikkati üzerine çekmek
-
göze diken olmak : göze batmak
-
göze gelmek : birisine nazar değmiş olmak
-
göze girmek : davranış ve yetenekleriyle ilgi ve önem kazanmak
-
göze görünmek : belli, açık olmak
-
göze görünmemek : ortaya çıkmamak, ortalıkta dolaşmamak, saklanmak
-
göze yasak olmaz : "bir kimseye veya nesneye bakılmasını kimse önleyemez" anlamında kullanılan bir söz
-
gözle görülür, elle tutulur hâle gelmek : çok açık bir biçimde görülmek, herkes tarafından bilinmek
-
gözle yemek : bir şeye çok istekle ve dik dik bakmak
-
gözleri bayılmak : uyku, istek vb. bir durum gözlerinden belli olmak
-
gözleri berraklaşmak : bakışları daha canlı ve parlak olmak
-
gözleri buğulanmak (veya bulutlanmak) : gözleri yaşararak çevreyi bulanık görmek
-
gözleri çivilenmek : aynı noktaya sürekli olarak bakmak
-
gözleri çukura gitmek (veya kaçmak) : aşırı yorgunluktan göz çevresi kararmak veya çökmek
-
gözleri dolmak (veya dolu dolu olmak) : ağlayacak kadar duygulanmak
-
gözleri fıldır fıldır olmak : telaşlı bir biçimde bakmak
-
gözleri kan çanağına dönmek (veya kanlanmak) : uykusuzluk, yorgunluk, ağlama vb. sebeplerle gözleri çok kızarmak
-
gözleri kapanmak : ölmek
-
gözleri parlamak (veya parıldamak) : gözlerinde sevinç ve istek belirmek
-
gözleri sulanmak : gözlerine yaş gelmek
-
gözleri süzülmek : göz kapakları hafifçe kapanmaya başlamak
-
gözleri şıldır şıldır dönmek : gözleri yaş dolu bir biçimde bakmak
-
gözleri takılıp kalmak : bir şeyden gözlerini ayıramamak
-
gözleri yuvalarından (veya evinden) fırlamak (veya uğramak) : korku, öfke ve telaşı gözlerinden belli olmak
-
gözlerinde şimşek çakmak : aşırı parlamak
-
gözlerinden okumak : düşüncelerini bakışlarından sezmek
-
gözlerine inanamamak : hiç umulmayan, hiç beklenmeyen bir şeyin görülmesi karşısında şaşırmak
-
gözlerine mil çekmek : birinin gözlerini kızgın mille kör etmek
-
gözlerini bayıltmak : gözlerini yarı kapamak
-
gözlerini belertmek : gözlerini, akı çok görünecek biçimde açmak
-
gözlerini bitirmek : gözlerini aşırı yormak
-
gözlerini devirmek : öfke ile bakmak
-
gözlerini fal taşı gibi açmak : şaşkınlıkla, hayretle bakmak
-
gözlerinin içi gülmek : çok sevindiği yüzünden, gözlerinden belli olmak
-
gözlerinin içine kadar kızarmak : utancından yüzü çok kızarmak
-
gözü (veya gözleri) açılmak : uyanmak
-
gözü akmak : gözü yaralanıp kör olmak
-
gözü alışmak : önceden iyi göremediği bir şeyi sonradan görür olmak
-
gözü almamak : bir işi becerebileceğine inanmamak, yadırganmaz olmak
-
gözü arkada kalmak : bırakılan bir şey veya kimse ile ilgili tedirginliği sürmek
-
gözü bulanmak : bulanık görmeye başlamak
-
gözü büyükte olmak : büyük emeller beslemek
-
gözü çıkasıca : "kör olsun, görmez olsun" anlamında kullanılan bir ilenme sözü
-
gözü dalmak : gözü bir noktaya dikili olarak dalgın dalgın bakmak
-
gözü değmek : uğursuzluk, kötülük getirdiğine inanılan kıskanç veya hayran bakışlar dolayısıyla kötü bir duruma düşürmek
-
gözü doymak : çok istenen bir şeyin yeterli miktarı elde edildikten sonra daha çoğunu istememek
-
gözü dönesi : "geberesi" anlamında kullanılan bir ilenme sözü
-
gözü (veya gözleri) dönmek : aşırı bir isteğin, öfkenin etkisiyle ne yaptığını bilmez duruma gelmek
-
gözü dumanlanmak : öfkeden gözü hiçbir şey görmez duruma gelmek
-
gözü dünyayı görmemek : hiç kimseye, hiçbir şeye önem, değer vermemek
-
gözü gibi sakınmak (veya saklamak veya esirgemek) : bir şeye aşırı ilgi göstermek, önemle bakıp korumak
-
gözü gibi sevmek : pek çok sevmek
-
gözü gitmek : bir şeyi istemeden görmek, elinde olmayarak bakmak
-
gözü gönlü açılmak : neşelenmek, ferahlamak
-
gözü görmemek : görmez olmak
-
gözü göz değil : "iyi insan olmadığı bakışından belli oluyor" anlamında kullanılan bir söz
-
gözü hiçbir şey görmemek : heyecana kapılıp başka hiçbir şeyle uğraşamaz duruma gelmek
-
gözü ısırmak : bir kimseyi tanıyacak gibi olmak
-
gözü ilişmek : birdenbire veya istemeden görmek
-
gözü kalmak : elde edemediği bir şeye karşı isteği sürmek
-
gözü (veya gözleri) kararmak : başı dönmek, hafif baygınlık geçirmek
-
gözü (veya gözleri) kaymak (veya kaçmak) : gözünde hafifçe şaşılık bulunmak
-
gözü kesmek : bir işi yapabilme konusunda kendisine veya başkalarına güvenmek
-
gözü kızmak : gözü hiçbir şey görmeyecek ölçüde öfkelenmek
-
gözü korkmak : daha önce geçirdiği kötü bir denemeden sonra birinden veya bir şeyden zarar gelebileceği kanısına varmak
-
gözü (veya gözleri) okşamak : göze hoş görünmek
-
gözü (veya gözleri) (bir şeyde veya bir şeyin üzerinde) olmak : dikkati bir yerde toplanmak
-
gözü sönmek : kör olmak
-
gözü (veya gözleri) takılmak : dikkati çeken bir şeyden bakışlarını ayıramamak
-
gözü tanede olan kuşun ayağı tuzaktan kurtulmaz : "her zaman çıkar peşinde koşan kişi, tehlikelerden uzak kalamaz" anlamında kullanılan bir söz
-
gözü toprağa bakmak : ölmek üzere olmak
-
gözü uyku tutmamak : uyuyamamak
-
gözü (veya gözleri) üstünde kalmak : kıskançlık sebebiyle herkesin ilgisini çekmek
-
gözü yememek : bir işi yapacak güç ve yeteneği kendinde bulamamak
-
gözü yılmak : daha önceden denediği için o durumla karşılaşmaktan korkmak, o işe girişmekten çekinmek
-
gözüm! : gözümün nuru
-
gözüm çıksın (veya kör olsun) : bir şeyin doğruluğuna inandırmak için edilen ant
-
gözün aydın! : sevinçli bir olay dolayısıyla kullanılan bir kutlama sözü
-
gözün ... görsün : bir şey övülerek gösterilmek veya anlatılmak istendiğinde söylenen bir söz
-
gözünde büyümek : bir şey bir kimseye olduğundan güç veya önemli görünmek
-
gözünde büyütmek : bir kimseyi, olayı veya şeyi abartmak
-
gözünde (veya gözlerinde) şimşek (veya şimşekler) çakmak : sert ve şiddetli darbe yüzünden göz önünde yıldızlar oluşmak
-
gözünde tütmek : çok özlemek
-
gözünden kıskanmak : üzerine titremek, kollayıp gözetmek
-
gözünden (veya gözlerinden) uyku akmak : çok uykulu olmak
-
gözünden (veya gözlerinden) yaş (veya yaşlar) boşanmak : çok ağlamak
-
gözüne (veya gözlerine) bakmak : gözünün veya gözlerinin içine bakmak
-
gözüne batmak : tedirgin etmek, rahatsız etmek
-
gözüne çarpmak : görünür olmak, dikkati çekmek
-
gözüne diken olmak : gözüne batmak
-
gözüne dizine dursun : nankörlük eden birine "Allah nankörlüğünün cezasını seni kör ve kötürüm ederek versin" anlamında söylenen bir ilenme sözü
-
gözüne hiçbir şey görünmemek : kendi derdi dolayısıyla hiçbir şeye değer vermemek
-
gözüne ilişmek : birdenbire, istemeden görmek
-
gözüne karasu inmek : karasu hastalığı yüzünden gözü görmez olmak
-
gözüne uyku girmemek : uyuyamamak, uykusuz kalmak
-
gözünü (veya gözlerini) açmak : uyanmak
-
gözünü ağartmak : gözlerini belertmek
-
gözünü ayırmamak : bir şeye sürekli olarak bakmaktan kendini alamamak
-
gözünü daldan budaktan (veya çöpten) esirgememek (veya sakınmamak) : tehlikeli işlere atılmaktan çekinmemek
-
gözünü (veya gözlerini) dikmek : dikkatle bakmak, gözünü ayırmadan bir yere veya bir kimseye bakmak
-
gözünü doyurmak : bol bol vermek
-
gözünü dört açmak : aldanmamak için çok uyanık bulunmak
-
gözünü (veya gözlerini) duman bürümek : hayale dalmak, dalgınlaşmak
-
gözünü gözüne dikmek : başkasının gözüne sürekli olarak bakmak
-
gözünü hırs bürümek : aşırı hırslanmak
-
gözünü ... hırsı bürümek : bir şeyi aşırı ölçüde istemek
-
gözünü (veya gözlerini) kan bürümek : adam öldürecek kadar öfkelenmek
-
gözünü (veya gözlerini) kapamak : ölmek
-
gözünü karartmak : bir işe atılırken hiçbir şeyden çekinmemek
-
gözünü (veya gözlerini) kırpmadan : çekinmeden, korkusuzca
-
gözünü kin bürümek : intikam alma duygusundan başka bir şeye önem vermemek
-
gözünü (veya gözlerini) oymak : çok kötülük etmek
-
gözünü sevda (veya aşk) bürümek : ondan başka hiçbir şeyi düşünmemek, tamamen ona bağlanmak
-
gözünü sevdiğim : okşamalık olarak kullanılan bir söz
-
gözünü seveyim : birinden bir şey isteneceği zaman kullanılan söz
-
gözünü toprak doyursun : kendinden olan veya kendisine verilen şey ne kadar çok olursa olsun, bununla yetinmeyenler için söylenen bir ilenme sözü
-
gözünü üstünden ayırmamak : sürekli denetim altında bulundurmak
-
gözünü yıldırmak : gözünü korkutmak
-
gözünü yummak : gözünü kapamak
-
gözünün bebeği gibi sevmek : çok sevmek
-
gözünün çapağını silmeden : sabahleyin uyanır uyanmaz
-
gözünün içine baka baka : cesaret ve soğukkanlılıkla
-
gözünün (veya gözlerinin) içine bakmak : bir kimsenin üstüne titremek
-
gözünün üstünde kaşın var dememek : birinin her davranışını hoş görmek
-
gözünün önüne gelmek : hatırlamak
-
gözünün önünü görmemek : sisten, pustan dolayı etrafını görememek
-
gözüyle görmek : bir olaya tanık olmak
-
gözüyle (veya gözleriyle) tartmak : kim ve ne olduğunu anlamak için dikkatle bakmak