- için
edat Amacıyla, maksadıyla"Ukalalık yapmamak için bütün gayretine rağmen yine de o düşündüğünü yapmıştı." - S. F. Abasıyanık
- evvel
zarf Önce"Emeklilik maaşına ne oldu? Üç aylığını, on, on beş gün evvel almadın mı?" - N. F. Kısakürek
- önce
zarf İlk olarak, başlangıçta, sonra karşıtı"Önce hep birlikte basın suçunu tarif edelim." - B. Felek
- karşı
isim Bir şeyin, bir yerin, bir kimsenin, esas tutulan yüzünün ilerisi"Karşımdaki kitap rafında eserlerim sırayla duruyor." - H. E. Adıvar
- son
sıfat Şimdiki zamana en yakın zamandan beri olan veya bu zamanda yapılmış, olmuş olan, ilk karşıtı"Gündüzün son ışıklarıyla beraber sanki odadan eşya da çekiliyordu." - P. Safa
- almak
-i Bir şeyi elle veya başka bir araçla tutarak bulunduğu yerden ayırmak, kaldırmak"Sağ elinin çevik bir hareketiyle başındaki tülbendi çekip aldı." - N. Cumalı
- çevirmek
-i Bir şeyin yönünü değiştirmek"Nefes nefese koşan anneme, başını çevirmeden cevap verdi." - Y. Z. Ortaç
- devirmek
-i Ayakta veya dik duran bir şeyi düşürmek, yatay duruma getirmek"Ne ince boyunlu ilaç şişesini ne kırmızı kutuyu devirdiniz." - N. Hikmet
- gelmek
-den, -e, nsz Ulaşmak, varmak"Gurbetten gelmişim yorgunum hancı / Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş" - B. S. Erdoğan
- yıkamak
-i Su veya başka bir sıvı kullanarak bir şeyi temizlemek"Kazı yıkayıp temizlemişler, sonra da parçalayıp tencereye koymuşlar." - Ç. Altan
- hakkında
zarf İlgili olarak, üzerine"Her iki eserde de bu suallerin cevapları hakkında uzun uzun tafsilat verilmektedir." - A. H. Çelebi
- etmek
nsz Bir işi yapmak"Şemsi, sıra düştükçe emlak komisyonculuğu ediyordu." - H. Taner
- atmak
-i, -e Bir cismi bir yöne doğru fırlatmak"Taşı suya atmak."
- istemek
-i İstek duymak, arzulamak"İçeri girmekten korkarak bahçedeki demir kanepeye oturmak istedi." - P. Safa
- ile
bağlaç Kelimenin sonuna geldiğinde birliktelik, beraberlik, araç, neden veya durum anlatan cümleler yapmaya yarayan bir söz"Çabuk bir süvari ile bana haber gönderiniz." - Ö. Seyfettin
- seçmek
-i Benzerleri arasında hoşa gideni seçip almak veya yararlanmak için ayırmak"Ben bu kitabı seçtim."
- kadar
edat Ölçüsünde, derecesinde"Balıkçılıkta para vardır ama dalgıçlık kadar da genç işidir." - S. F. Abasıyanık
- bırakmak
-i Elde bulunan bir şeyi tutmaz olmak
- tutmak
-i Elde bulundurmak, ele almak"Kucağında kundaklı bir çocuk tutuyordu." - Ö. Seyfettin
- dokunmak
-e Nesnelerin sıcaklık, soğukluk, sertlik, yumuşaklık vb. niteliklerini derinin altındaki sinir uçları aracılığıyla duymak, değmek, el sürmek, temas etmek"Bir elektrik zilinin düğmesine dokunduk." - A. Haşim
- okşamak
-i Sevgi, şefkat belirtisi olarak elini bir şeyin üzerinde yavaş yavaş gezdirmek veya ona hafifçe vurmak"Oğlan kızın yanına geldi, saçlarını okşuyor." - H. Taner
- bilmek
nsz Bir şeyi anlamış veya öğrenmiş bulunmak"Bunu bilmek içimi kederle dolduruyordu." - A. Ağaoğlu
- kala
zarf Kaldığında"Frankfurt'a gece yarısından sonra ikiye yirmi kala vardık." - A. Haşim
- miyavlamak
nsz Kedi “miyav” diye ses çıkarmak
- tavlamak
-i İşlenilecek bir nesneye gereken ısıyı veya nemi sağlamak, tav vermek
- Belli bir amaca ulaşmanın yolu olarak.
- -e doğru
- içine
- -a
- -e
- -e kadar
- tarafına
- -e göre
- -ya
- -ye
- -mak
- -mek
- derecesine kadar
- yönüne doğru
- (edat) -e
- (mak.)
- -e dair
- -e değin
- -e nazaran
- -e nispetle
- asıl vaziyete doğru. to and fro öteye beriye
- başına
- mek
- mek (mastar edatı)
- öne ve arkaya. come to kendine gelmek. shut the door to kapıyı iyice kapamak. The ship heaved to. Gemi rüzgarı başa alıp durdu. They gladly fell to. Memnuniyetle işe başladılar.