- açık
sıfat Açılmış, kapalı olmayan, kapalı karşıtı"Açık pencereden, pastırma yazının mavi ışıkları girmekte." - E. Atasü
- düz
sıfat Yatay durumda olan, eğik ve dik olmayan"Düz tahta."
- düz
isim Düz rakı
- doğru
sıfat Bir ucundan öbür ucuna kadar yönü değişmeyen, eğri ve çarpık karşıtı
- tam
sıfat Eksiksiz, kesintisiz"Tam iki saat yalandan tamirle uğraştım." - A. Gündüz
- kararname
isim Cumhurbaşkanının onayladığı hükûmet kararı"Bir sabah bir kasabada uyanırsınız o gün bir kararname imzalanır, akşama bir şehirli olursunuz." - Ü. Dökmen
- kesin
sıfat Şüphe ve duraksamaya yer bırakmayan veya geri dönülmeyen, değişmez, mutlak, kati, maktu"Sevmem kesin sözleri, bir kesin söz duydum mu tersine söylemek gelir içimden." - N. Ataç
- dürüst
sıfat Sözünde ve davranışlarında doğruluktan ayrılmayan, doğru (kimse)"Dürüst bir insan, inansa da inanmasa da mefhumları yerli yerinde kullanmak borcundadır." - N. F. Kısakürek
- yardım etmek
kendi gücünü, imkânlarını başka birinin iyiliği için kullanmak"Oğlunun yardım dileyen bakışlarını görmezden gelerek kahvaltı masasına oturdu." - E. Şafak
- emretmek
-i, -e Buyurmak, emir vermek"Bunu böyle istiyorum ve böyle emrediyorum." - A. Gündüz
- dolaysız
sıfat Doğrudan doğruya olan, vasıtasız, bilavasıta"Yazarın bize dolaysız biçimde betimlediği başkişi nasıl bir erkek?" - S. İleri
- vasıtasız
sıfat Araçsız"Silahsızdık, vasıtasızdık, tarafsızdık fakat sırf ümitli idik." - R. E. Ünaydın
- idare etmek
yönetmek, çekip çevirmek"Bu zat, propagandayı tertip ve idareye memur imiş." - Atatürk
- tanzim etmek
sıralamak
- çevirmek
-i Bir şeyin yönünü değiştirmek"Nefes nefese koşan anneme, başını çevirmeden cevap verdi." - Y. Z. Ortaç
- göstermek
-i Birini veya bir şeyi işaretle belirtmek"Vitrindeki oyuncağı parmağıyla gösterdi."
- ayarlamak
-i Bir ölçünün doğruluğunu belli bir örneğe göre düzeltmek, doğrulamak"Saati radyoya göre ayarlamak."
- yönetmek
-i Bir kurum veya kuruluşun yasalara, kurallara ve belli şartlara uygun biçimde işlemesini sağlamak, idare etmek, tedvir etmek
- yöneltmek
-i, -e Bir şeye belli bir yön vermek, yönelmesini sağlamak, çevirmek, tevcih etmek
- doğrultmak
-i Doğrulmasını sağlamak, doğru duruma getirmek"Aralarında bellerini doğrultamayacak kadar yaşlıları da vardı." - T. Buğra
- dosdoğru
sıfat Çok doğru
- doğrudan doğruya
zarf Dolaysız, araçsız, aracısız, araya başka bir şey girmeden, resen"Sonra temaşa kelimesi doğrudan doğruya tiyatro kelimesinin karşılığı olarak kullanılmıştır." - A. K. Tecer
- aydınlatmak
-i Karanlığı giderip görünür duruma getirmek, ışıklandırmak"Işık yüzüne tam tepeden düşüyor ve onu iyice aydınlatıyordu." - T. Buğra
- aktarmasız
sıfat Aktarma gerektirmeyen"Aktarmasız uçak."
- hemen
zarf Çabucak"Bugün yarın Kayseri'den haber gelir zaten. Hemen gideriz." - N. Hikmet
- direkt
sıfat Aracısız"İki devlet arasında direkt ilişki yok."
- müstakim
sıfat Doğru, doğruluktan şaşmayan
- sarih
sıfat Açık, kolay anlaşılır, belli, belirgin, belgin"Bu hıyanetin müşterek müteşebbislerine karşı, alınması lazım gelen vaziyet sarihtir." - Atatürk
- direktif
isim Yönerge
- tok sözlü
sıfat Hatır ve gönül dinlemeden, hiçbir şeyden çekinmeden konuşan"Böyle zamanlarda onun ne kadar aksi ve tok sözlü olduğunu gayet iyi anlamıştı." - R. N. Güntekin
- doğrudan
sıfat Aracısız"Doğrudan pazarlık."
- araçsız
sıfat Doğrudan doğruya yapılan veya olan, vasıtasız, bilavasıta
- atfetmek
-e Bir işi veya bir sözü bir kimseye mal etmek, yüklemek, isnat etmek
- irşat etmek
doğru yolu göstermek, uyarmak
- salık vermek
tavsiye etmek
- tevcih etmek
yöneltmek, çevirmek
- yol göstermek
kılavuzluk etmek, yolu bilmeyene anlatmak, tarif etmek
- anlaşılır
- derhal
- doğrudan doğruya olan
- yolu tarif etmek
- yolu tarif etmek, yönetmek, emretmek, yöneltmek, doğrultmak, çevirmek, doğru, düz, direkt, dolaysız, dosdoğru, tereddütsüz, dürüst, kesin, tam, dosdoğru, direkt, duraklamadan