-
canı pek : sıfat Acıya, sıkıntıya karşı dayanıklı (kimse)
-
can alıcı : sıfat En önemli, çarpıcı"Şimdi bu incelemeyi özetleyişimizin en can alıcı sebebine geliyoruz." - F. R. Atay
-
can noktası : isim En önemli husus, vurgulanması gereken yer"Bütün şikâyetlerinin can noktası bu cins maskaralıklar değil mi?" - R. N. Güntekin
-
can pazarı : isim Herkesin kendi canının kaygısına düştüğü ve kendini kurtarmaya çalıştığı bir durum"Can pazarı bu. Bir operatör gibi hesaplı saplayabilir misin?" - N. F. Kısakürek
-
can tahtası : isim Göğüs kemiği
-
canıyürekten : zarf Canıgönülden"İki köy halkı ihtiyar, genç, her sabah bu duaları canıyürekten tekrarlıyorlar, sanki Ali'yi derin bir uykudan uyandırıyorlar." - Ö. Seyfettin
-
cankulağı : isim Çok yakın dost, sırdaş"Derdimizi dökecek bir dert ortağı, şikâyetimizi dinleyecek bir cankulağı bulunsun." - A. Ş. Hisar
-
canı cebinde : sıfat Zayıf ahlaklı (kimse)
-
canı tez : sıfat Aceleci
-
babacan : sıfat Olgun, hoşgörülü, iyi kalpli, güvenilir (erkek)"Bu durumda ortada Doktor Hayrullah gibisinden babacan bir koruyucunun bulunması yeterliydi." - A. Ağaoğlu
-
canevi : isim Kalbin altındaki bölge"Yazın susamışken birdenbire bir soğuk su içtiniz mi bir sancı, bir ağırlık oturuverir; öyle bir şey oturdu canevime." - S. F. Abasıyanık
-
can kuşu : isim Ruh
-
canciğer : sıfat Çok yakın, sıkı fıkı, pek içten (arkadaş)"Aynı işi ortaklaşa yaparlardı, canciğer dosttular." - O. Kemal
-
canfes : isim Üzerinde desen bulunmayan, ince dokunmuş, parlak, tok, ipekli kumaş"Arabistan'dan getirdiği birtakım ipekler, canfesler ve kumaşlarla giyinir." - A. Ş. Hisar
-
cankurtaran : isim Hasta veya yaralı taşımaya uygun hazırlanmış özel araç, ambulans
-
cansiparane : zarf Canını verircesine, özveriyle"Çopur Apti, maksat uğruna cansiparane çalışmaktadır." - R. H. Karay
-
canıgönülden : zarf İçtenlikle, çok isteyerek, canıyürekten"Neden bahsedildiğini bir türlü anlamıyordu ama yine de bu sözleri canıgönülden kabul eder göründü." - İ. O. Anar
-
can acısı : isim Vücudun herhangi bir yerinde duyulan şiddetli acı"Can acısıyla gayriihtiyari boğuk bir ses fırladı ağzımdan." - E. Şafak
-
can arkadaşı : isim Can dostu
-
can bunaltısı : isim Aşırı üzüntü sebebiyle canın sıkılma, bunalma durumu"Günlerce, haftalarca üstümüze memleket yıkılmış gibi bir can bunaltısı içinde kıvrandık." - F. R. Atay
-
can çabası : isim Varlığını kanıtlamak amacıyla gösterilen aşırı gayret
-
can damarı : isim En önemli veya hassas nokta, bir şeyin yaşaması için en önemli araç
-
can direği : isim, müzik Kemanın içinde, alt ve üst kapakları arasında dikili duran çubuk
-
can dostu : isim Pek içten dost, can arkadaşı, candaş
-
can düşmanı : isim Aşırı düşmanlık güden kimse"Bu adam benim can düşmanımdır. Haksız yere beni katlediyor." - O. S. Orhon
-
can eriği : isim, bitki bilimi Genellikle yeşilken yenen sert, sulu bir tür erik
-
can feda : ünlem Çok imrenilen iyi veya güzel şeyler, davranışlar karşısında söylenen bir söz, can kurban
-
can havliyle : zarf Ölüm korkusundan doğan güçlü bir tepki ile"Feridun'un, kasıklarıma doğru indirdiği son bir tekme üzerine can havliyle onun gırtlağına atıldım." - O. C. Kaygılı
-
can korkusu : isim Ölüm korkusu"Sormayın, can korkusuyla insan ne yaptığını bilemez." - H. Topuz
-
can kurban : ünlem Can feda
-
can pahasına : zarf Canını vererek veya tehlikeye koyarak
-
can sağlığı : isim İnsanın sağ ve sağlıklı olması
-
can sıkıntısı : isim Yapılacak bir iş olmaması ve hiçbir şeyle oyalanma imkânı bulunmaması sebebiyle duyulan tedirginlik, bunalım"Genç kadın, can sıkıntısıyla yüzünü ekşitti." - P. Safa
-
can simidi : isim Cankurtaran simidi
-
can sohbeti : isim İçtenlikle konuşan çok yakın dostlar bir arada söyleşip dertleşme"Pazar akşamı bizim can sohbetine sizi de bekleyeceğiz." - H. E. Adıvar
-
can suyu : isim Yeni dikilen fide veya fidanlara verilen az miktardaki ilk su
-
can yeleği : isim, denizcilik Cankurtaran yeleği
-
can yoldaşı : isim Yalnızlıktan kurtulmak için birlikte yaşanılan kimse"Bizim kadın kimsesizdir, bir can yoldaşı yok." - M. Ş. Esendal
-
cana yakın : sıfat Sevimli"O cana yakın, o çocuk yüzüyle dört yanına bakınca, sanki bütün varlık masumlukla aydınlanırdı." - Halikarnas Balıkçısı
-
canı burnunda : sıfat Çok yorgun ve bezgin
-
canı sıkkın : sıfat Keyfi kaçmış (kimse)
-
canı tatlı : sıfat Sıkıntıya ve acıya katlanmak istemeyen (kimse)
-
canına düşkün : sıfat Kendine iyi bakan, kendini koruyan (kimse)
-
canla başla : zarf Seve seve, her şeyi göze alarak, var gücüyle"İnsan son nefesinde bile olsa ümidini kesmiyor, hayata daha canla başla sarılıyor." - E. İ. Benice
-
can alacak nokta (veya yer) : bir şeyin en önemli yeri
-
can alıp can vermek : ölüm sıkıntısı ve acısı içinde bunalmak
-
can atmak : şiddetle arzu etmek, çok istemek
-
can başına sıçramak : çok korkmak
-
can baş üstüne : istenilen şeyin büyük bir memnunlukla yapılacağını anlatan bir söz
-
can beslemek : kaygısızca yiyip içip rahatına bakmak
-
can boğazdan gelir (veya geçer) : "insan yiyeceğine önem vererek güçlenebilir veya yemeden yaşamak mümkün değildir" anlamında kullanılan bir söz
-
can borcunu ödemek : ölmek
-
can bostanda bitmez : "insan, canının değerini bilmeli, onu yıpratmamalıdır" anlamında kullanılan bir söz
-
can bulmak : dirilmek, canlanmak
-
can cana, baş başa : bir tehlike anında herkesin kendi canının, kendi başının kaygısına düştüğünü anlatan bir söz
-
can candan şirindir (veya tatlıdır) : "bir kişi için kendi canı, başkasının canından daha tatlıdır" anlamında kullanılan bir söz
-
can canın yoldaşıdır : "insan tek başına yaşayamaz, konuşup görüşmek için arkadaş arar" anlamında kullanılan bir söz
-
can cümleden aziz : "insanın kendisi herkesten daha değerlidir" anlamında kullanılan bir söz
-
can çekişmek : ölmek üzere bulunmak
-
can çekişmektense ölmek yeğdir : "bir işte çeşitli sıkıntı ve üzüntülerle karşılaşıp olağanüstü gayret harcamaktansa o işten vazgeçmek daha iyidir" anlamında kullanılan bir söz
-
can çıkmayınca (veya çıkmadan) huy çıkmaz : "insanı alışkanlıklarından, huylarından vazgeçirmek mümkün değildir" anlamında kullanılan bir söz
-
can dayanmamak : bir şey karşısında insanın dayanıklılığı elden gitmek
-
can derdinde olmak : zor bir durumdan kurtulmaya çalışmak
-
can derdine düşmek : ölüm korkusuna kapılmak