- şehadet
isim Tanıklık"Dünya karşısında Türk'ün kendi kendisi için yapacağı şehadet daha adamakıllı yapılmamıştır." - A. Ş. Hisar
- tanık
isim Gördüğünü ve bildiğini anlatan, bilgi veren kimse, şahit"Aksini söyleyen bir tanık da çıkmamıştı." - T. Buğra
- şahit
isim, hukuk Tanık"Kendisine uzun uzun anlattığım hikâyemin şahidi yoktu." - R. H. Karay
- şehadet etmek
herhangi bir konuda bildiği, gördüğü şeyleri söylemek"Dünya karşısında Türk'ün kendi kendisi için yapacağı şehadet daha adamakıllı yapılmamıştır." - A. Ş. Hisar
- onaylamak
-i Yapılan bir işi doğru ve yerinde bularak kabul etmek, tasdik etmek, tasdiklemek"Bu kitabın ahlak bozucu olduğunu elbet siz de onaylarsınız." - S. Birsel
- görmek
-i Göz yardımıyla bir şeyin varlığını algılamak, seçmek
- göstermek
-i Birini veya bir şeyi işaretle belirtmek"Vitrindeki oyuncağı parmağıyla gösterdi."
- alâmet
Kur’an-ı Kerim, 1. Belirti, işaret, iz, nişan.
2.Büyüklük, irilik bakımından şaşılacak durumda olan nesne.
- hüccet
isim, mantık Belgit
- delil
isim İnsanı aradığı gerçeğe ulaştırabilecek iz, emare"Milletlerin hürriyet için yaptıkları fedakârlıklardan canlı deliller gösteriyordu." - P. Safa
- kanıtlamak
-i Bir şeyin gerçekliğini kanıtla ortaya koymak, ispat etmek
- görüşmek
nsz Buluşup konuşmak, konuşup sohbet etmek"Ara sıra görüşelim."
- tanıt
isim Tanıtlamaya yarayan belge veya herhangi bir şey, beyyine, hüccet
- kanıt
isim Bir şeyin doğruluğu, gerçekliği konusunda kanaat verici belge, delil, iz, argüman"Kanıtı gazetenin ikinci sayfasındaki damızlık haberiydi." - Ç. Altan
- tanıklık
isim Tanık olma durumu, şahitlik, şehadet
- şahitlik
isim Tanıklık
- tanıklık etmek
hukuk mahkemede, tanık olunan bir durumu söylemek, şahitlik etmek
- burhan
isim Kanıt
- kabul etmek
- gözü ile görmek
- müşahade etmek
- tanık, şahit, tanıklık, kanıt, delil, tanık olmak, tanıklık etmek, göstermek, kanıtlamak
- şehadete davet etmek